Baba ne kadar haksız da olsa, oğul onun rızasını tahsil etmeye mecbûrdur. Oğul da ne kadar serkeş de olsa, baba şefkat-i fıtriyesini ona karşı esirgemez ve esirgememeli. Değil böyle baba ve evlâd ve mümtaz, seciyeli ve Risâle-i Nur’un baş şâkirdleri, belki birbirinden çok uzak ve düşman da olsalar Risâle-i Nur’un hatırı için Risâle-i Nur şâkirdlerinin mabeynindeki tefani, birbirini tenkid etmemek, kusurunu afvetmek düsturu ile bu iki kardeşim, dünyevî ve cüz’î ve hissî şeyleri medâr-ı münakaşa etmesinler. Pederlik ve veledliğin iktiza ettiği hürmet ve şefkatle beraber Nur’un şâkirdliği iktiza ettiği kusura bakmamak ve afvetmek ve benim çok sevdiğim iki kardeşim -benim hatırım için- birbirini tenkid etmemek lâzım geliyor. Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Ma’nen ma’rûz kaldığım iki şıklı bir sualin cevabıdır:
Birincisi: “Neden en ziyâde senin şahsın hakkında hüsn-ü zan eden ve sana büyük bir makam veren ve Risâle-i Nur’la çok kuvvetli irtibatı bulunan ve sen de onları çok sevdiğin halde, hizmet-i Nuriyenin haricinde senin şahsın ile temaslarını istemiyorsun ve senin hakkında fazla hüsn-ü zan beslemeyeni sohbette tercih ediyorsun daha ziyâde iltifat gösteriyorsun, nedendir?”
Elcevab: “Otuz Üçüncü Söz’ün” “İkinci Mektub’unda” dediğim gibi: Bu zamanda insanlar, ihsanını, muhtaçlara çok pahalı satarlar. Meselâ: Benim gibi bir biçâreyi, salih veya veli zannedip, sonra bir ekmek verir ve mukabilinde makbul bir dua ister. Bu kadar fiat vermekten ise, bu ihsanı istemiyorum, diye hediyelerin adem-i kabulüne bir sebeb gösterdiğim gibi; -Risâle-i Nur’un has şâkirdleri müstesna olarak- başkaları; beni, büyük bir makamda bilmekle, kuvvetli bir alâka ve hizmet gösterir. Hem mukabilinde, dünyada, ehl-i velâyet gibi nurani neticeleri ister. Sonra bize hizmeti ile ve alâkası ile ma’nevî ihsan eder. Böylelerin bu nevi ihsanlarına karşı, istediği fiata sâhib olamadığım için mahcub oluyorum. Onlar da ehemiyetsizliklerimi bildikleri vakit inkisar-ı hayale uğrarlar, belki hizmette fütura düşerler. Gerçi umur-u uhreviyede hırs ve kanaatsizlik bir cihette makbuldür, fakat mesleğimizde ve hizmetimizde -bazı ârızalar ile- inkisar-ı hayal cihetiyle, şükür yerine, me’yusiyetle şekva etmeğe sebeb olur; belki de hizmetten vazgeçer. Onun için mesleğimizde kanaat, dâima şükrü ve metaneti ve sebatı netice verdiği için, ihlâs dâiresinde, hizmet noktasında çok hırs ve kanaatsizlik gösterdiğimiz halde; neticelerine ve semeratına karşı kanaatla mükellefiz.