Kastamonu Lahikası | Mektup 7 | 15
(15-16)

Hem Risâlet-in-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmâresini tam ikna’ eden ve vesvesesini tamamen izâle eden bir ders, gâyet kuvvetli ve hâlistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı ma’nevî-i dalâlet karşısında tek başıyla galibane mukabele eder.

Hem Risâlet-in-Nur, sâir ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders verip hakîkat ile; ve evliya misillü yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor; belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sâir letâifin teâvünü ayağıyla hareket ederek evc-i a’lâya uçar; tâarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar; hakaik-ı îmâniyeyi kör gözüne de gösterir.

* * *

(7)

Aziz, Tam Sıddık Kardeşlerim!

Benim bu dünyada medâr-ı tesellim ve sürûrum sizlersiniz. Eğer sizler olmasaydınız, bu dört sene azaba dayanamazdım. Sizin sebat ve metânetiniz, bana da kuvvetli bir sabır ve tahammülü verdi. Birden hatıra gelen “Dört Nokta”:

Birincisi: Kardeşlerim, bu zelzele benim i’tikâdımda Şakk-ı Kamer gibi bir mu’cize-i Kur’andır. En mütemerridi dahi tasdike mecbur eder bir vaziyete girdi.

İkincisi: Eski zamandan beri hiçbir cemaat, Risâle-i Nur’un şâkirdleri kadar hak ve hakîkat mesleğinde pek çok iş görmekle beraber, pek az zahmetle kurtulmamışlar. Bizim hizmetimizin ondan birini yapanlar, zahmetimizin on mislini çekmişler. Demek biz, dâima şükür ve Elhamdülillâh dedirten bir haldeyiz.

Üçüncüsü: Ben gönderilen risâleleri mütalâa ettim. Bir kısım hakîkatları mükerrer gördüm. Makam münâsebetiyle tekrar edilmiş. Benim arzu ve belki ihtiyârım olmadan ne için böyle olmuş, kuvve-i hâfızama gelen nisyandan sıkıldım. Birden şiddetli bir ihtar ile: “On dokuzuncu Söz’ün âhirine bak!” denildi.

Səs yoxdur