Kastamonu Lahikası | Mektup 33 | 51
(50-53)

Çünki Üstadımın izin ve müsaadesi olmadıkça, bu gibi lakabların kıymeti olamaz. Ancak Risâle-i Nur’dan aldığım ilham üzerine, muhitimizde birinciliği ihraz eden bir kardeşimiz olan Feyzi’nin mektubunda bahsedilmesi, sırf hüsn-ü niyet ve fart-ı merbutiyet ve sadâkattan ve ihlastan doğmuştur.

Bu izhârın hatasından hâdis olan meşguliyetinize sebebiyet verdiğimden çok müteessir oldum. Af buyurunuz. İkaz ve irşâd edici ni’met ve himmet itabınızla afv buyurulmasını ve Risâle-i Nur’un ma’nevî tokatlarından muhafaza edilmekliğimizi kemâl-i hulusla istirham eylerim.

Aziz ve Kıymetli Üstadım! Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve keremiyle ve hadsiz ihsanatıyla, intisâben hizmet-i kudsiyesinde bulunduğum Risâle-i Nur’un maddî ve ma’nevî pek çok kerâmetlerini ve bereketlerini aynel-yakîn görmüş ve lezzetini tatmış olan bu âciz hizmetkârınızın noksanlarını hüsn-ü niyete ve hulus-u kalbine bağışlamanızı rica ederken, bu mübârek Risâle-i Nur’un pek çok kerâmetlerinden birkaçını arz ediyorum.

Şöyle ki:

Risâle-i Nur tercümanı ve müellif ve sâhibi bulunan zât, bin üç yüz yirmi dört (1324) ve yirmi beş (1325) rûmi senelerinde, İstanbul’da iştiharla “Bediüzzaman” nâmı ve lakabı altında matbuatın sitâyişle neşriyatından mütehassis olarak, o zaman on yedi yaşımda bulunduğum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübârek isim kalbimde yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak ki; bin üç yüz yirmi altı (1326) senesinde Hazret-i Üstad’ın “Bediüzzaman Said-i Kürdî” lakabı altında Karadeniz seyahatında iki hizmetkârı ile İnebolu’yu ziyâret ederek, o zaman İnebolu’nun meşhur ülemasından Hacı Ziyâ ve diğer ülema arasında vapura teşyi’ edildiği sırada tesâdüfen çarşıda karşılaştığım ve çok derin muhabbet hissiyle bu mübârek zâta selâm durarak mütebessim ve nûranî

sîmalarıyla ve keskin nazarlarıyla selâmlarına ve ma’nevî nazarlarıyla iltifatlarına mazhar olduğum günden beri artan muhabbet ve alâkamı, otuz senelik hatırımdan kat’iyyen silinmediğini aynelyakîn görüyordum.

Səs yoxdur