Biz baktık ki; o ferman-ı âlî, Kur’an-ı Azîmüşşan olarak çıktı. O halde bu ma’na kalbe geldi: Demek Kur’an yüzünden Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsi ve biz şâkirdleri, bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gaybdan alacağız.
Şimdi ta’biri ise; o fermanı temsil eden ma’sûmların kalemiyle ma’nevî tefsir-i Kur’an’ı aldığımızdır. Bu rü’yanın şimdiki ta’biri çıkmadan bir-iki saat evvel, Feyzi ile Emin’in gösterdikleri ta’bir dahi haktır ve ehemmiyetlidir.
Hem bu medâr-ı sürûr ve ferah olan hediye-i nûraniyeyi, bir hiss-i kabl-el vuku’ ile benim ruhum tam hissetmiş, akla haber vermemiş idi ki o gelmeden iki gün evvel, Feyzi ve Emin’in fıkrasında beyan edilen rü’yayı gördüğüm gecenin gününde, sabahtan akşama kadar ve ikinci günü de kısmen, hiç görmediğim bir tarzda bir sevinç, bir sürûr hissedip mütemadiyen bir bahane ile ferahımı izhâr edip, otuz-kırk def’a tebessüm ile güldüm.
Hem ben ve hem Feyzi taaccüb ve hayret ettik. (Hâşiye) Otuz günde bir def’a gülmeyen, bir günde otuz def’a gülmek bizleri hayrette bıraktı. Şimdi anlaşıldı ki; o sürûr, o sevinç, mezkûr ma’nevî fermanı temsil eden ma’sûmların ve ümmilerin kalemlerinin yazıları nesl-i âtînin sahaif-i hayatlarına, Âlem-i İslâm’ın sahife-i mukadderatına ve ehl-i îmân istikbâlinin defterlerine neşr-i envâr edeceklerinin ve o ma’sûmların hâlis ve sâfi amelleri ve hizmetleriyle sahife-i a’malimizde hasenatlarını yazıp kaydetmesinin Risâle-i Nur şâkirdlerinin mukadderatını mes’udane idamesinin haberini veren, o daha gelmeyen hediyeden geliyordu. Benim, o azîm yekûnden hisseme düşen binden bir cüz’ü ruhen hissedilmiş, beni mesrûrane heyecana getirmiş idi.
Evet, böyle yüzer ma’sûmların makbul amelleri ve reddedilmez duaları sâir kardeşlerimin defterlerine geçmesi misillü, benim gibi bir günahkârın sahife-i a’maline dahi girmesi, binler sürûr ve sevinç verebilir.
Hâşiye: Evet, hiç bir vakit üstadımızı bu kadar neş’eli görmemiştik. Sebebini bilmediğimizden hayret ediyorduk.
Emin, Feyzi