İkincisi: Bugünlerde benim yanıma müteaddid ayrı ayrı zâtlar geldiler. Ben onları âhiret için zannettim. Halbuki ya ticaret veya işlerinde bir kesad ve muvaffakıyetsizlik olduğundan, bize ve Risâle-i Nur’a, muvaffakıyet için ve zarardan kurtulmak niyetiyle müracaat edip, dua ve istişâre istediklerini anladım.
Ben bunlara ne edeyim ve ne diyeyim? diye tahattur ettim. Birden ihtar edildi: “Ne sen dîvâne ol ve ne de onları dîvânelikte bırakıp dîvânece konuşma. Çünki yılanlar zehirine karşı tiryak tedârikiyle ve onları kaçırmasıyla meşgul ve vazifedar bir tek adam, yılanlar içinde duran ve sineklerin ısırmasına maruz olan ve sinekleri kaçırmak için çok yardımcıları bulunan diğer bir adama, yılanların ısırmasını bırakıp ona, sinekler ısırmamasına yardım için koşan dîvânedir. Ve onu çağıran dahi dîvânedir. O sohbet dahi dîvânece bir konuşmaktır.
Evet, hadsiz hayat-ı uhreviyeye nisbeten muvakkat ve fâni kısacık hayat-ı dünyeviyenin zararları, sineklerin ısırması gibidir. Hayat-ı ebediyenin zararları, ona nisbeten yılanların ısırmasıdır.
Otuz altı yapraktan ibaret ve İmâm-ı Ali Radıyallahü Anhın fevkalâde takdirine mazhar olan Otuz ikinci Söz’ün kendi kendine tekellüfsüz gelen “beş bin yedi yüz on beş” tevafuku Risâle-i Nur’un bu havâlideki gâyet mühim bir talebesi olan Ahmed Nazif’in nüshasından çıkmıştır. Demek o risâlenin hatt-ı hakîkisine rast gelmiş ki, bu harika kerâmeti göstermişler.
Hem aynı zat iki Hüsrev’i Risâle-i Nur dâiresine ve Bekir Sıdkı’ya kerametini gösterip îmâna getiren ve “Tılsım-ı kâinatın üçten birisini hal eden” onbeş yapraktan ibâret Otuzuncu Söz yine kahraman Nazif’in kalemi, hatt-ı hakîkisine rast gelip kendi kendine “bin sekiz yüz otuz beş” tevafukunu, işte biz gözümüzle bu kerâmet-i tevâfukiye-i Nuriyeyi görüyoruz. (Hâşiye)
Evet görüyoruz.
Evet Evet Evet Evet Evet Evet
Halil Hilmi Emin Abdurrahman Selahaddin Said Mehmet Feyzi
Hâşiye: Hem elifleri yüz kırk dört çıkmış; tam tamına (Said) olup, müellifinin imzâsını gösteriyor.