Kastamonu Lahikası | Mektup 120 | 186
(186-193)

Ey aziz arkadaşım! İkinci yolumuzda, o nûranî tarîkte bir haleti hissettik; o haletle oluyor hayat, maden-i lezzet. Âlâm, olur lezâiz.

Onunla bunu bildik ki; mütefavit derecede, kuvvet-i îmân nisbetinde ruha bir hâlet verir. Cesed ruhla mütelezzizdir, ruh vicdanla mütelezziz.

Bir saadet-i âcile, vicdanda münderiçtir; bir firdevs-i ma’nevî, kalbinde mündemiçtir. Düşünmekse deşmektir; şuur ise, şiar-ı raz.

Şimdi ne kadar kalb îkaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse; lezzet ziyâde olur, hem de döner ateşi nur, şitası yaz.

Vicdanda firdevslerin kapıları açılır, dünya olur bir cennet. İçinde ruhlarımız, eder pervaz u perdaz, olur şehbâz u şehnaz, yelpaz namaz u niyâz.

Ey aziz yoldaşım! Şimdi Allah’a ısmarladık. Gel, beraber bir dua ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız.


* * *

(120)

ÎCAZ İLE BEYAN İ’CAZ-I KUR’AN

Bir zaman rü’yada gördüm ki: Ağrı Dağı altındayım. Birden dağ patladı, dağ gibi taşları âleme dağıttı, sarstı cihanı.

Füc’eten bir adam yanımda peyda oldu. Dedi ki: Îcaz ile beyan et, icmal ile îcaz et, bildiğin enva’-ı i’caz-ı Kur’anî! Daha rü’yada iken ta’birini düşündüm. Dedim: Şuradaki infilâk, beşerde bir inkılâba misal. İnkılabda ise elbet hüda-yı Furkanî, Her tarafta yükselip hem de hâkim olacak. İ’cazının beyanı, zamanı da gelecek!

O sâile cevaben dedim: İ’caz-ı Kur’anî, yedi menâbi-i külliyeden tecelli, hem yedi anasırdan terekküb eder.

Səs yoxdur