Kastamonu Lahikası | Mektup 120 | 189
(186-193)

Arzımızı senevî, yevmî dâiresinde şu hayt-ı semâvîdir; tutmuş da döndürüyor. Küreye ağır basmış, hem dahi ona binmiş. Bırakmıyor isyanı.

Yedinci Menba’ ise: Şu altı menba’dan çıkan envâr-ı sitte, birden eder imtizac. Ondan çıkar bir hüsün, bundan gelir bir hads, vasıta-i nûranî.

Şundan çıkan bir zevktir; zevk-i i’caz bilinir, ta’birine lîsanımız yetişmez. Fikir dahi kasırdır, görünür de tutulmaz o necm-i âsumanî.

Onüç asır müddette meyl-üt tahaddi varmış Kur’anın a’dâsında, şevk-i taklid uyanmış Kur’anın ahbabında. İşte i’cazın bir bürhanı...

Şu iki meyl-i şedidle yazılmış meydanda, milyonlarla kütüb-ü arabiye, gelmiştir kütübhane-i vücûda. Onlar ile Tenzil’i düşerse bir mîzanı

Müvazene edilse, değil dânâ-i bî-müdanî, hattâ en âmî adam, göz kulakla diyecek: Bunlar ise insanî, şu ise âsumanî!

Hem de hükmedecek: Şu bunlara benzemez, rütbesinde olamaz. Öyle ise ya umumundan aşağı; bu ise, bilbedahe malûm olmuş butlanı.

Öyle ise umumun fevkindedir. Mazmunları o kadar zamanda, kapı açık, beşere vakfedilmiş; kendine davet etmiş ervah ile ezhanı!

Beşer onda tasarruf, kendine de mâletmiş. Onun mazmunları ile yine Kur’ana karşı çıkmamış, hiçbir zaman çıkamaz; geçti zaman-ı imtihanı.

Sâir kitablara benzemez, onlara makîs olmaz; Zîra yirmi sene zarfında müneccemen hacetlere nisbeten nüzûlü; müteferrik mütekatı’, bir hikmet-i Rabbânî.

Esbâb-ı nüzûlü muhtelif, mütebayin. Bir maddede es’ile mütekerrir, mütefavit. Hâdisat-ı ahkâmı müteaddid, mütegayir. Muhtelif, mütefârik nüzûlünün ezmanı.

Hâlât-ı telakkisi mütenevvi’, mütehalif. Aksam-ı muhatabı mütebaid, müteaddid. Gayat-ı irşâdında münderic, mütefavit. Şu esâslara müstenid binaı, hem beyanı,

Səs yoxdur