Kastamonu Lahikası | Mektup 122 | 197
(196-199)

O sestir gâyeten ulvî, nihayet derece ciddî, hakîki pek samimî, hem nihayet munis ve mukni’ ve bürhanla mücehhezdir. Mükerrer der ki:

Şu bürhan-ı münevverde, cihat-ı sittesi şeffaf ki, üstünde münakkaştır müzehher sikke-i i’caz, içinde parlayan nûr-u hidâyet der ki:

Evet altında nescolmuş mühefhef mantık ve bürhan, sağında aklı istintak; mürefref her taraf, ezhan “Sadâkat” der ki:

Yemîn olan şimalinde, eder vicdanı işhad. Emamında hüsn-ü hayırdır, hedefinde saadettir. Onun miftahıdır her dem ki:

Emam olan verâsında ona mesned semâvîdir ki, vahy-i mahz-ı Rabbânî. Bu şeş cihet ziyâdardır; bürucunda tecellidar ki:

Evet vesvese-i sârık, ya vehm şübhe-i târık, ne haddi var ki o mârık, girebilsin bu bârık kasra. Hem şârık ki, sur sureler şâhik, her kelime bir melek-i nâtık ki:

O Kur’an-ı Azîmüşşan nasıl bir bahr-ı tevhiddir. Birtek katre, misal için birtek Sûre-i İhlas.. fakat kısa bir remzi, nihayetsiz rumuzundan. Bütün enva’-ı şirki reddeder, hem de yedi enva’-ı tevhidi eder isbat; üçü menfî, üçü müsbet şu altı cümlede birden:

Birinci cümle: ( ) karinesiz işarettir. Demek ıtlak ile tayindir. O tayinde taayyün var. Ey

Səs yoxdur