Kastamonu Lahikası | Mektup 160 | 258
(256-258)

Eski zamandan beri ekser yerlerde medrese tâifesi, tekyeler taifesine serfüru’ etmiş; yani inkıyad gösterip onlara velayet semereleri için müracaat etmişler. Onların dükkânlarında ezvâk-ı îmâniyeyi ve envâr-ı hakîkatı aramışlar. Hattâ medresenin büyük bir âlimi, tekyenin küçük bir veli şeyhinin elini öper, tâbi’ olurdu. O âb-ı hayat çeşmesini tekyede aramışlar. Halbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakîkatın envârına gittiğini ve ulûm-u îmâniyede daha sâfi ve daha hâlis bir âb-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubûdîyet ve tarîkattan daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarîk-ı velayet; ilimde, hakaik-i îmâniyede ve Ehl-i Sünnet’in ilm-i Kelâmında bulunmasını, Risâle-i Nur Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın mu’cize-i ma’nevîyesiyle açmış göstermiş, meydandadır.

İşte Risâle-i Nur’a herkesten ziyâde kemâl-i şevk ile tarafdarane ve müftehirane medrese taifesinden olan ulemaların koşmaları lâzım ve elzem iken, maatteessüf daha medrese ehlinin ekseri, kendi medresesinden çıkan bu âb-ı hayat çeşmesini ve bu kıymetdar bâki hazinesini tanımıyor, aramıyor, muhafaza edemiyor. Lillah-il-hamd şimdi tam tamına başladılar. Sözler Mecmûası hem hocaları, hem muallimleri Nurlara çekti.

Hizb-i Nuriye başındaki türkçe parçasının “tam arabî bilen” kelimesinden sonra bu yazılsın: “Veyahut Âyet-ül Kübra ve Münacat ve Yirminci Mektub Risâleleri yanında bulunan ve okuyan.” Hem dördüncü sahifenin nihayetinden ikinci satırın başındaki


tekaddüm etmiş,



yazılsın, kut’un cem’idir. Hem yirmi ikinci sahifenin dördüncü satırında



kelimesinden sonra Hâfız Ali ve Tahirî ve Hâfız Mustafa ve Nazif ilâve edilecek.



kelimesi de



yazılacak.


* * *
Səs yoxdur