Gâyet muhlis kardeşimiz Hasan Âtıf’ın mektubunda, bir ihtiyâr âlim ve vaiz, Risâle-i Nur’a zarar verecek bir vaziyette bulunmuş. Benim gibi binler kusurları bulunan bir bîçârenin, ehemmiyetli iki ma’zeretine binâen, bir sünneti (sakal) terk ettiğim bahanesiyle şahsımı çürütüp, Risâle-i Nur’a ilişmek istemiş.
Evvelâ: Hem o zât, hem sizler biliniz ki: Ben, Risâle-i Nur’un bir hizmetkârıyım ve o dükkânın bir dellâlıyım. O ise (Risâle-i Nur), Arş-ı A’zam’la bağlı olan Kur’an-ı Azîmüşşan ile bağlanmış bir hakîki tefsiridir. Benim şahsımdaki kusûrat, ona sirâyet edemez. Benim yırtık dellâllık elbisem, onun bâki elmaslarının kıymetini tenzil edemez.
Sâniyen: O vaiz ve âlim zâta benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, i’tirâzını başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münâzâraya sevketmeyiniz. Hattâ tecavüz edilse de beddua ile de mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem îmânı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünki daha müdhiş düşman ve yılanlar var.
Hem elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enâniyeti de varsa, enâniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar,
düstûrunu rehber ediniz.
Hem, Hasan Avni ismindeki zât, madem evvelce Risâle-i Nur’a girmiş ve yazısıyla da iştirak etmiş, o dâire içindedir. Onun fikren bir yanlışı varsa da afvediniz. Biz, değil onlar gibi ehl-i diyânet ve tarîkata mensub müslümanlar, şimdi bu acib zamanda, îmânı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden, hıristiyan bile olsa, onlarla medâr-ı niza’ noktaları medâr-ı münakaşa etmemeyi; hem bu acib zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor.