Ben, on yaşında iken, büyük bir iftihar, hattâ ba’zan temeddüh sûretinde bir haletim vardı; istemediğim halde pek büyük bir iş ve büyük bir kahramanlık tavrını takınıyordum. Kendi kendime der idim: Senin beş para kıymetin yok. Bu temeddühkârane, hususan cesarette çok fazla gösterişin ne içindir? Bilmiyordum; hayret içinde idim. Bir iki aydır o hayrete cevab verildi ki; Risâle-i Nur, kablelvuku kendini ihsas ediyordu. Sen âdi odun parçası gibi bir çekirdek iken, o firdevs salkımlarını bilfiil kendi malın gibi hiss-i kablelvuku ile hissedip hodfuruşluk ederdin.
Bizim Nursî köyümüz ise; hem eski talebelerim, hem hemşehrilerim biliyorlar ki; bizim köyümüz, fevkalâde gösteriş ve cesarette ileri göstermek için temeddühü çok severdiler. Güya büyük bir memleketi fetheder gibi kahramanane bir tavır almak istiyordular. Ben hem kendime, hem onlara çok hayret ederdim. Şimdi hakîki bir ihtar ile bildim ki: O ma’sûm Nurslu insanlar, Nurs Karyesi; Risâle-i Nur’un nuriyle büyük bir iftihar kazanacak: O vilâyetin, nahiyenin ismini işitmeyen, Nurs Köyü’nü ehemmiyetle tanıyacak diye bir hiss-i kablelvuku ile o ni’met-i İlâhîyeye karşı teşekkürlerini temeddüh sûretinde göstermişler.
Hem, o nahiyemiz olan Hizan Kazası’na tâbi İsparit’te, birdenbire –meşhur– “Seyda” nâmında “Şeyh Abdurrahman-ı Taği” himmetiyle o kadar çok talebeler ve hocalar ve âlimler çıktılar ki, bütün Kürdistan onlar ile iftihar eder bir şekil aldığı zaman, içlerinde münazara-i ilmiye ve pek büyük bir himmetle ve pek geniş bir dâire-i ilim ve tarikat içinde öyle bir vaziyet hissediyorum ki, güya ru-yi zemini fethedecek bu hocalardır. Eski meşhur ulema ve evliyalar ve allâmeler ve kutublar onların medâr-ı bahsi oldukça ben de dokuz-on yaşında iken dinliyordum. Kalbime geliyordu ki, bu talebeler, âlimler, ilimde, dinde büyük bir fütuhat yapmışlar gibi vaziyet alıyorlardı. Bir talebenin bir parça ziyâde zekâveti olsa idi, büyük bir ehemmiyet verilirdi. Münazarada, bir mes’elede birisi galebe çalsa, büyük bir iftihar alırdı. Ben de hayret ediyordum; o hissiyat bende de vardı. Hattâ tarikat şeyhleri ve dâirelerinde medâr-ı hayret bir müsabaka; hem nahiye, hem kaza, hem vilâyetimizde vardı. O haletleri başka memleketlerde o derece göremedim. Şimdi bir ihtar ile kat’i kanaatım geldi: O talebe arkadaşlarım, o üstadlar hükmünde hocalarım, o mürşidlerim, evliya ve şeyhlerim; bir hiss-i kablelvuku ile ruhu hissedip, akıl bilmeyerek -ki en lüzumlu bir zamanda- o talebeler içinde ve o hocaların şakirdleri içinde ve o mürşidlerin müridleri içinde parlak bir nur çıkacak, ehl-i îmanın imdadına gelecek diye o istikbaldeki ni’met-i İlâhîyeye gâyet ağır ve acib şerait içinde ve hadsiz muarızların karşısında