belki o tercümanın muhatabları ve ders-i Kur’ânda arkadaşları olan hâlis ve metin ve sadık zatların o feyizleri ruhen istemeleri ve kabul ve tasdik ve tatbik etmeleri gibi, çok cihetlerle o tercümanın istidadından çok ziyâde o Nurların zuhuruna medâr oldukları gibi, Risâle-i Nur’un ve şâkirdlerinin şahs-ı ma’nevîsinin hakîkatını onlar teşkil ediyorlar. Tercümanın da içinde bir hissesi var; eğer ihlâssızlıkla bozmazsa, bir tekaddüm şerefi bulunabilir.
Salisen: Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harika olsalar, cemaaten çıkan şahs-ı ma’nevîsinden gelen dehasına karşı mağlûb düşebilir. Onun için, o mübârek kardeşimin yazdığı gibi; Âlem-i İslâmı bir cihette tenvir edecek ve kudsi bir dehanın nurları olan bir vazife-i îmaniye; biçâre, zaif, mağlûb, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımları bulunan bir şahsa yüklenmez; yüklense, o kusurlu şahıs, ihanet darbeleriyle düşmanları tarafından sarsılsa, o yük düşer dağılır.
Râbian: Eski zamandanberi çok zatlar, üstadını veya mürşidini veya muallimini veya reisini kıymet-i şahsiyelerinden çok ziyâde hüsn-ü zan etmeleriyle, dersinden ve irşadından istifadeye vesile olması noktasında, o pek fazla hüsn-ü zanlar bir derece kabul edilmiş; hilâf-ı vakıadır diye tenkid edilmezdi. Fakat şimdi, Risâle-i Nur şâkirdlerine lâyık bir üstada muvafık bir ulvi mertebe ve fazileti; biçâre, kusurlu bu şahsımda kabul ettikleri sebebiyle gayret ve şevkleriyle çalışmaları, bu noktada haddimden ziyâde hüsn-ü zanları kabul edilebilir; fakat Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsinin malı olarak elimde bulunuyor diyebilmek gerektir. Fakat başta zındıklar ve ehl-i dalâlet ve ehl-i siyaset ve ehl-i gaflet, hattâ sâfi kalb ehl-i diyanet, şahsa fazla ehemmiyet verdikleri cihetinde, haksızlar, o şahsı çürütmekle, hakîkatlere darbe vurmak ve o Nurlara benim gibi bir biçâreyi maden zannederek bütün kuvvetleriyle beni çürütüp o nurları söndürmeye ve sâfi kalblileri de inandırmaya çalışıyorlar. Ezcümle İkinci Mes’elede bir hadise, bu hakîkatı gösteriyor.
İkinci Mes’ele: Bayramın ikinci gününde, teneffüs için kırlara çıktığım zaman, ehemmiyetli bir me’mur tarafından beş vecihle kanunsuz bir taarruza ma’rûz oldum. Cenâb-ı Hak rahmet ve keremiyle, belime, başıma yüklenen Risâle-i Nur eczalarını ve ruhuma ve kalbime yüklenen şakirdlerinin haysiyet ve izzet ve rahatlarını muhafaza için fevkalâde bir tahammül ve sabır ihsan eyledi. Yoksa bir plân neticesinde beni hiddete getirip Risâle-i Nur’un, bâhusus “Âyet-ül Kübrâ”nın fütuhatına karşı bir perde çekmek olduğu tahakkuk etti. Sakın, sakın hiç kederlenmeyiniz, merak etmeyiniz: Hem telaş etmeyiniz; hem bana acımayınız.