Emirdağ Lâhikası | Mektup 91 | 130
(129-130)

Hadisî; hem cevami-ül-kelimden, hem müteşabih Hadîslerdendir. Pek büyük ve küllî nüktesi, benim kalbime, “Hulâsat-ül-Hulâsa” ile “Cevşen-ül Kebîr”i okuduğum vakit zâhir oldu. Ben de o acib ve çok güzel nükteyi kaçırmamak için, şifreler, işâretler nev’inden “Hulâsat-ül-Hulâsa”nın on yedinci mertebesi olan “Kur’ân lîsanıyla şehadet” ve on sekizinci mertebesi olan “Kâinat lîsaniyle şehadet” ortasında o şifreli işâretleri şöyle koydum.


İşte bu kısa şifreyi, yine gâyet muhtasar bir şifre ile tercüme ve izah edeceğim. Bunu “Hulâsat-ül-Hulâsa”ya bir hâşiye yapınız.

Evet ben, “Hulâsat-ül-Hulâsa”yı okuduğum zaman, koca kâinat, nazarımda bir halka-i zikir oluyor. Fakat her nev’in lîsanı çok geniş olmasından, fikir yoliyle sıfât ve esma-i İlâhîyeyi ilmelyakîn ile iz’an etmek için akıl çok çabalıyor, sonra tam görür. Hakîkat-ı insaniyeye baktığı vakit, o cami mikyasda, o küçük haritacıkda, o doğru nümunecikte, o hassas mizancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle kat’i ve şuhudî ve iz’anî bir vicdan, bir itmi’nan, bir îman ile o sıfât ve esmayı tasdik eder. Hem çok kolay, hem hazır yanındaki ayinesinde, hiç uzun bir seyahat-ı fikriyeye muhtaç olmadan îman-ı tahkikîyi kazanır ve


hakîki bir ma’nasını anlar. Çünkü, Cenâb-ı Hak hakkında sûret muhal olmasından, sûretten murad, ahlâk ve sıfâttır.

Səs yoxdur