Hem kat’iyyen bil ki: Çok biçârelerin hayat-ı bakiyelerini Nurlarla kurtarmak hizmetinde, fâni ve zahmetli ihtiyarlık hayatını memnuniyetle bırakmağa lüzum olsa veya vakti gelse, râzı olmak gâyet lezzetli bir şereftir.
İkincisi: Nasılki âciz, zaif bir adam, bir batmanı kaldıramadığı halde on batman yük üstüne yığılmış bulunsa ve dostları onu çok kuvvetli bilip ona gizli za’fına yardımdan ziyâde ondan yardım istedikleri halde; o biçâre de onların hüsn-ü zannını kırmamak veyahud kendini çok aşağı göstermemek için gâyet ağır ve soğuk olan gösteriş ve tekellüflerle kendini yüksek ve kuvvetli göstermeğe çalışmak çok elîm ve zevksiz olması gibi; aynen öyle de: Ey kör hissiyatın içine giren nefs-i emmare! Bu âdi şahsiyetimin ve bir çekirdek kadar ehemmiyeti olmayan istidadımın yüz derece fevkinde ve sırf bir inâyet-i Rabbaniye olarak bu karanlıklı ve çok hastalıklı asırda Kur’ân’ın eczahane-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlâhîyye ile elimize verilen Risâle-i Nur’daki hakîkatlara o şahıs masdar ve menba’ ve medâr olamaz. Belki, yalnız çok biçâre ve muhtaç ve Kur’ân kapısında bir sail ve muhtaçlara yetiştirmeğe bir vesile olduğum halde, Nur’un muhlis ve hâlis, sıddık ve sâdık, safi ve fedakâr şâkirdleri, o biçâre şahsiyetim hakkında yüz derece ziyâde hüsn-ü zanlarını kırmamak ve hissiyatlarını incitmemek ve Nurlara karşı şevklerine ilişmemek ve Üstad nâmı verdikleri o biçâre şahsı, onların hatırı için çok aşağı olduğunu göstermemek ve ağır ve elemli tekellüflere ve tasannulara mecbur olmamak için ve yirmi sene tecrîdatın verdiği tevahhuş için, hattâ dostlarla dahi -hizmet-i Nuriye olmazsa- görüşmeyi terkediyorum ve etmeğe ruhen mecbur oluyorum ve tekellüfe ve kıymetten ziyâde kendimi göstermeğe ve ziyâde hüsn-ü zan edenlere karşı hoş görünmek için kendimi makam sahibi göstermek ve sırr-ı ihlâsa tam münafi kendini büyük göstermek ve vakar perdesi altında benliğin zararlı ve fâni zevkini aramak haletleri ise, ey nefsim! meftun olduğun o zevkleri hiçe indirirler.
Ey nefis! Ey zevke mübtelâ bedbaht kör hissiyat! Binler dünyevî zevki alsan, şu vaziyette yine bozulur, o zevk ayn-ı elem olur. Mâdem yüzde doksan mâzîdeki ahbab adeta -güya- beni berzaha çağırıyorlar. Bu hazır zamandaki on dosttan ben kaçmağa mecbur oluyorum. Elbette bu ihtiyarlık ve yalnızlık hayata, berzah hayat-ı ma’nevîyesi bin derece müreccahdır... diye bu iki hakîkatla hadsiz şükürler olsun o ikinci nefs-i emmare tam susturuldu, kalb ve ruhtan gelen zevke razı oldu, şeytan dahi sustu. Hattâ damarlarımdaki maddî hastalık da gâyet hafifleşti.