Emirdağ Lâhikası | Mektup 151 | 188
(188-191)

Yoksa “Bir Allah var” deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, -haşa- hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve her şeyin yanında hazır, irâde ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiç bir cihette Allah’a îman hakîkatı onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki ma’nevî cehennemin dünyevî ta’zibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.

Evet inkâr etmemek başkadır, îman etmek bütün bütün başkadır.

Evet, kâinatta hiçbir zîşuur, kâinatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Hâlık-ı Zülcelâl’i inkâr edemez. Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır. Fakat O’na îman etmek Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın ders verdiği gibi, o Hâlık’ı sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o îmandan hissesi olmadığına delildir. Her ne ise... Evlâdlarım, ehemmiyetli bir hadise size bu uzun mes’eleyi kısaca beyan etmeye sebeb oldu. Şimdilik sizlere Risâle-i Nur’un ehemmiyetli şâkirdleri nazariyle bakıyorum. Mustafa Oruç çok tali’lidir ki, kendi sisteminde ve ruhunda ve ciddiyetinde, az bir zamanda sizleri buldu. Bir iken on Mustafa oldu.

* * *

(151)

Aziz, Muhterem Kardeşim!

Evvelâ zâtınızın bir risâle kadar câmi ve uzun ve müdakkikane hararetli mektubunuzu kemâl-i merakla okudum. Peşin olarak size bunu beyan ediyorum ki: Risâle-i Nur’un üstadı ve Risâle-i Nur’a “Celcelutiye Kasidesi”nde rumuzlu işâretiyle pek çok alâkadarlık gösteren ve benim hakaik-i îmaniyede husûsi üstadım, “İmam-ı Ali”dir (R.A.). Ve


Âyetinin nassiyle, Âl-i Beyt’in muhabbeti, Risâle-i Nur’da ve mesleğimizde bir esastır. Ve Vehhabîlik damarı, hiçbir cihette Nur’un hakîki şâkirdlerinde olmamak lâzım geliyor.

Səs yoxdur