Emirdağ Lâhikası | Mektup 159 | 199
(199-199)

İkinci ma’na: Bu kadar dehşetli bir hücum ve tazyıka ma’rûz kalan Risâle-i Nur Şâkirdlerini, evham yüzünden, güya Menemen ve Şeyh Said vakıaları gibi bir hâdisenin ihtimali var, diye iki def’a imha için, hem perde altında eskidenberi düşmanlarım, hem resmen kanun ve idare ve siyaset cihetinde merhametsiz bir sûrette ba’zı erkân-ı hükümetin bizi iki def’a hapis ve ittiham etmesi ve resmî ve gayr-ı resmî propagandalarla herkesi bizden ve Nurlardan ürkütmesiyle elbette hassas ve bir derece zaif hocalara ehemmiyetli bir korku verip bir mazeret olur. Onun için, ekseriyet değil; belki yalnız fevkalâde bir cesaret ve gayret taşıyan bir kısım hocalar, Nurlar dâiresine girip, girmeyenleri de bir derece affettirdiler.

Üçüncü ma’na: Şimdilik te’hir edildi. Bazı hocalar, “Minare kadar yüksek bir adamı”, hem “Alnında okunacak bir yazı bulunacak” hem “Birden eli bir su ile delinecek” gibi hakîkatın perdesi olan teşbihleri hakîkat zannetmek bahanesiyle, Nur’un bazı ihbarat-ı gaybiyesi, sathî nazarlarına muvafık gelmiyor.. Ona daha yanaşmıyor. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, bu zamanda, Risâle-i Nur’da, nokta-i istinad olarak avam-ı mü’minînin en ziyâde muhtaç oldukları ve Nurda buldukları öyle bir hakîkattır ki; hiçbir şeye âlet olmıyacak ve hiçbir garaz ve maksad içine girmiyecek ve hiçbir şüphe ve vesveseye meydan vermiyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmiyecek ve yalnız hak ve hakîkat için ona çalışanlar bulunacak; dünya maksadları ona karışmıyacak; ta ki, uzakda olan ehl-i îman, o hakîkata ve sâdık nâşirlerine tam itimad edip îmanlarını, zındıkların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli feylesofların itirazlarından ve inkârlarından kurtarsınlar.

Evet, o ehl-i îman, lîsan-ı hal ile diyecek ki: Mâdem bu hakîkatı, bu kadar şiddetli düşmanları çürütemediler ve itiraz edemiyorlar; ve şâkirdleri, hakdan başka onun hizmetinde hiçbir maksad taşımıyorlar; elbette o hakîkat, ayn-ı hak ve mahz-ı hakîkattır diye bin bürhan kadar bir delil hükmünde îmanını kuvvetlendirir ve kurtarır; ve “İslâmiyette bir hakîkatsızlık mı var?” diye daha evhama düşmiyecekler.

İki defadır, himmeti uzun, eli kısa Abdurrahman Salâhaddin, “Asa-yı Mûsa”yı ve “Zülfikâr”ın bir kısmını Cami-ül Ezher’e göndermek istemiş, hilâf-ı me’mul olarak, o lüzumlu ve ehemmiyetli yere bazı esbaba binaen gitmemiş.


kaidesince, belki ben o iki nüshaya bakmadığım ve tashih edemediğim için; o inceden inceye herşeyi tedkik eden ulema hey’etine, tam bir tashih gördükten sonra, hem tam “Zülfikâr” ve “Asa-yı Mûsa” beraber olarak gitmek münasibtir, diye kalbime geldi.

Səs yoxdur