Emirdağ Lâhikası | Mektup 167 - 168 | 207
(207-207)
(167)

Risâle-i Nur’un “Yirmi Dokuzuncu Mektub”unda “Hücumat-i Sitte” ve Zeyli ve “İşârât-ı Seb’a”ve “Telvihat-ı Tis’a” gibi risâlelerin Rumuzat-ı Kur’âniye ve tevafukat-ı Nuriyeye karşı bir sûrette bulunmasının hikmeti, mahkemeler ve ehl-i vukufun susturulmasına ve bizi onlarla mes’ul etmemesine bir vesile olmaktı. Güya o Rumuzat, o derin ince mes’eleler, lîsan-ı hal ile onlara demiş: “İnsaf ediniz.. Kur’ânın bu derece esrarına çalışanlara ilişmeyiniz...” Şimdi ise o karışık vaziyeti hiç münasib değil. Çünkü o rumuzat ve tevafukata, yirmiden ancak birisi muhtaç olur, anlar. İçindeki öteki risâlelere yirmiden on dokuzu muhtaç olup anlayabilir.

Buradaki Nur Şâkirdleri diyorlar ki: “Mu’cizeli Kur’ânımıza üç sene Denizlili kardeşlerimiz bakdılar; onlar müsaade etsinler, biz de üç ay bakacağız. Hem buradan İstanbul’a muhabere edip fotoğrafla “Hizb-i Nuriye”, “Hizb-i Kur’âniye” gibi tab’ına çalışacağız.”

* * *

(168)

İstanbul’daki Amerika sefiri vasıtasiyle Amerika’daki müslüman heyetine “Zülfikâr”ı ve bir “Asâ-yı Musa”yı göndermesini istiyen o dostumuz ve kardeşimize deyiniz ki: Sefirlerin kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risâle-i Nur, siyasetle alâkası olmadığından, siyasî bir kafa çabuk takdir edemiyor. Hem Risâle-i Nur, müşterileri aramaz; müşteriler onu aramalı, yalvarmalı. Amerika, buranın en küçük bir havadisini merakla takib ettiği halde; buranın en büyük bir hâdisesi olan Risâle-i Nur’u elbette arayacaktır. Bundan sonra her mes’elemizde emir, Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsini temsil eden has şâkirdlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir re’yim var.

Umum kardeşlerimize binler selâm ve selâmetlerine dua eden ve dualarını istiyen kardeşiniz...

* * *
Səs yoxdur