Bu gözle görünen karanlığın birden kaybolması ve yine gözle görünen o zulmet kadar nurun vücûda gelmesi elbette bir hayal değil, ya o temas eden camid, şuursuz zerreler, hadsiz bir kuvveti ve bir nuru kendilerinde taşımakla beraber; birden yüz kilometre yerlere elini uzatıp, karanlığı süpürüp, temizleyip nurları dolduracak. Bu ise bütün şeytanlar ve dinsizler, maddiyyunlar toplansalar; bunu bir sofestaiye de kabûl ettiremezler (Hâşiye). Veyahut bütün kâinata hükmü geçen ve bütün nurlar, onun “Nur” isminden feyz alan ve Nuren-Nur ve Hâlik-en-Nur ve Müdebbiren-nur olan Kadîr-i Zülcelâl’in ve Allâm-ül Guyûb’un ve Alîm-i Mutlak’ın kudreti ile ve hikmeti ile olacak. İşte bu iki nümuneye kıyasen hadsiz nümuneler var.
İşte
bütün kâinattaki nurları, güzellikleri, tayyibeleri ve kelimat-ı tayyibeleri ve hayırları ve kemâlâtları Zat-ı Zülcelâl’e nur unsuru diliyle kâinat takdim ettiği gibi, netice-i hilkat-ı kâinat ve sebeb-i hilkat-ı âlem olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dahi -nâmlarına- meb’us olduğu kâinattaki bütün mevcûdât hesabına, Mi’rac Gecesinde o küllî ma’na ile
demiş.
Resul-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm biadedi zerratil-enam) bu dört kelimat-ı cemileyi selâm yerinde söyledikten sonra, Risâle-i Nur’da îzah edildiği gibi Cenâb-ı Hak
demesiyle, bütün ümmeti öyle diyeceklerine işâret ve ma’nevî emr ve ferman ve kabûl hükmünde mukabele etmiş. Birden Peygamber
demekle, o kudsî selâmı hem kendine, hem ümmetine, hem bütün kendinden evvelki emsallerine tamim edip, küllî ve umûmî bir selâm sûretinde gösterip; bütün mahlûkatın meb’usu olması noktasında onlara da o selâmı teşmil etmiş. Ümmeti ise her namazda
demeleri, o selâm-ı İlâhîdeki emr ve ferma’na bir imtisaldir.
Hâşiye: Yalnız aldatmak için ba’zı derin ve ehemmiyetli hakîkatlere bir isim takıp, güya o hakîkat anlaşılmış gibi âdileştiriyorlar. Meselâ: Bu elektrik kuvveti imiş deyip, o ince ve derin hakîkatı ehemmiyetsiz yapıp âdi gösteriyorlar. Halbuki, kudretin o mu’cizesinin hikmetleri iki sahife ile ancak ifade edildiği halde; bir tek isim takmakla, o hakîkatı ve o küllî hikmeti gizleyip, gâyet küçük ve basit bir perdesini yerine ikame ederek; o mu’cizeli eseri, kör kuvvete ve serseri tesadüfe ve mevhum tabiata isnad edip, Ebu Cehil’den daha echel bir dereceye düşüyorlar.
İşte irâde-i İlâhîyenin nâmuslarının ünvanları olan âdetullah kanunlarının birisine beşer, aczinden mahiyetini bilemediği o kanunun mahiyetine elektrik nâmını verip, tenvirdeki hârika mu’cize-i kudreti âdileştirmekle ve malûm birşey imiş gibi elektrik kuvveti diye bir isim takmakla, bunun gibi çok hârikulâde mu’cizat-ı kudret-i İlâhîyeyi cahilane âdileştiriyorlar.