Emirdağ Lâhikası | Mektup 419 | 540
(539-540)

Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra harb-i umûmî çıktı. Tekrar geri kaldı.

Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul’a geldim. Hareket-i Milliye’ye hizmetimden dolayı Ankara’ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: Bütün hayatımda bu dâr-ül-fünunu takib ediyorum. Sultan Reşad ve İttihadçılar yirmi bin altun lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz. Onlar yüz elli bin banknot vermeye karar verdiler. Ben dedim: Bunu meb’uslar imza etmelidirler.

Ba’zı meb’uslar dediler: “Yalnız sen medrese usûlü ile sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun. Halbuki şimdi garblılara benzemek lâzım.”

Dedim: O vilayat-ı şarkıye Âlem-i İslâm’ın bir nevi merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü: Ekser Enbiya Şarkta ve ekser hükema garbda gelmesi gösteriyor ki, şarkın terakkiyatı din ile kaimdir (Hâşiye). Başka vilâyetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da, Şarkta herhalde millet, vatan maslahatı nâmına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan müslümanlar, Türk’e hakîki kardeşliği hissedemiyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde mecbûruz.

Şimdi ben zehir hastalığı ile ziyâde rahatsız vaziyette ve çok ihtiyarlık sebebiyle elli beş senelik bir gaye-i hayatımı görüp takib etmekten mahrum kaldığım gibi, Ankara’ya gidip şark terakkiyatının anahtarı olan bu müesseseye çalışanları ruh-u canımla tebrik etmekten dahi mahrum kalıyorum.


Hâşiye: Hattâ o zamandan evvel Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gâyet zeki o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: Sâlih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyâde kardeş ve akrabadır. Sonra aynı talebe talihsizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onun ile görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: Ben şimdi râfızî bir Kürdü, sâlih bir Türk hocasına tercih ederim. Ben de eyvah dedim. Sen ne kadar bozulmuşsun. Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakîkatlı hamiyetine çevirdim. Sonra Meclis-i Meb’usandaki bana muhalefet eden meb’uslara dedim: O talebenin evvelki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatına uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum. Demek farz-ı muhal olarak siz başka yerde dünyayı dine tercih edip siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de, herhalde şark vilâyetlerinde din tedrisatına azamî ehemmiyet vermek lâzım. O vakit bana muhalif meb’uslar da çıkıp o lâyihamı yüz altmışüç meb’us imza ettiler. Bu kadar imzayı taşıyan bir istidayı, elbette yirmiyedi sene istibdad-ı mutlak onu bozamamış.


Səs yoxdur