Kanun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki; ihtiyar haricinde zaruret-i kat’iye ile, su’-i ihtiyardan neş’et eden hükümleri ayırmıştır. Kanun-u İlâhîde ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş.
Bununla beraber zamanın ilcaatı ile zaruretler ortalıkta zannederek ba’zı hocaların bid’alara tarafdarlığından dolayı onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek “zaruret var” zanniyle hareket eden o biçârelere vurmayınız. Onun için kuvvetimizi dâhilde sarfetmiyoruz. Biçâre, zaruret derecesine girmiş, bize muhalif olanlardan hoca da olsa onlara ilişmeyiniz. Ben tek başımla daha evvel aleyhimdeki o kadar muarızlara karşı dayandığım, zerre kadar fütur getirmediğim, o hizmet-i îmaniyede muvaffak olduğum halde; şimdi milyonlar Nur Talebesi olduğu halde, yine müsbet hareket etmekle onların bütün tahkiratlarına, zulümlerine tahammül ediyorum.
Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakitte onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Âsâyişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bu gibi hakîkatlar itibariyle, bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz.
Risâle-i Nur’un neşri her tarafta kanaat-ı tâmme verdi ki, Demokratlar dine taraftardırlar. Şimdi bir risâleye ilişmek; vatan, millet maslahatına tamamen zıttır.
“Su’i ihtiyar ile olan bir zaruret, haramı helâl etmez” kaidesine bir misalcik: Bir mahrem risâle vardı ki, o mahrem risâlenin neşrini men’etmiştim. “Öldükten sonra neşrolunsun” demiştim. Sonra mahkemeler alıp okudular, tedkik ettiler; sonra beraat verdiler. Mahkeme-i Temyiz, o beraati tasdik etti. Ben de bunu dâhilde âsâyişi te’min için ve yüzde doksan beş ma’sûma zarar gelmemesi için neşredenlere izin verdim. “Said, meşveretle neşredebilir.” dedim.
Üçüncü Mes’ele: Şimdi küfr-ü mutlak, öyle cehennem-i ma’nevî neşrine çalışıyor ki, kâinatta hiçbir kâfir ona yanaşmamak lâzım geliyor. Kur’ânın “Rahmeten-lil-âlemîn” olduğunun bir sırrı budur ki: Nasıl Müslümanlara rahmettir; âhirete îman, Allah’a îman ihtimalini vermesiyle de, bütün dinsizlere ve bütün âleme ve nev’-i beşere rahmet olmasına bir nükte, bir işârettir ki; o ma’nevî cehennemden dünyada da onları bir derece kurtarmış. Halbuki şimdi fen ve felsefenin dalâlet kısmı; yâni Kur’ânla barışmayan, yoldan çıkmış, Kur’âna muhalefet eden kısmı, küfr-ü mutlakı komünistler tarzında neşre başladılar.