Kastamonu Lahikası | Mektup 29 | 45
(43-45)

Evet


deki iki tenvin (nun) durlar. Bin üç yüz otuz dört eder ki, o aynı zamanda Said umumi harpte maddi ve dehşetli bir mevtten hârika bir tarzda kurtulması, felsefe ve gafletten gelen ma’nevî ve şiddetli bir ölümden necat bulması ve Kur’ân’ın âb-ı hayatı ile taze bir hayata girmesi tarihidir. Ve bu tevafuk-u ma’nevî ve muvafakat-ı cifriye delâlet derecesinde bir işarettir.

Hem


de tenvin (nun), ve şeddeli nun (iki nun), ve ( ) de telaffuz edilen sayılmak cihetiyle (1294) bin iki yüz doksan dört eder ki, veladetinin ve hayatının birinci senesidir. Demek bu cümle ile hayat-ı maddiyesine, evvelki cümle ile hayat-ı ma’nevîyesine işaret eder.

Elhasıl: Bu âyet ma’nasının müteaddid çok tabakalarından bir işâri tabakadan hem Risâlet-in-Nur’a, hem müellifine, hem bu on dördüncü asrın ibtidasına, hem ibtidasında Risâlet-in-Nur’un mebdeine remzen belki işâreten belki delâleten bakar.

İşte bu parçayı o âyetin bahsinde derc ile o sehiv izâle olur.

Aziz Kardeşlerim!

Temadî eden tahrîbât-ı ma’neviye karşısında –lillah-il-hamd- gittikçe Risâle-i Nur’un mu’cizane mukavemeti ve satveti ve kıymeti tezayüd ediyor. Dalâletin temel taşı ve nokta-i istinadı olan tabîat tağutunu dağıtıp, Kur’an elinde bir elmas kılınç olarak her tarafta nurları saçar, zulümatı dağıtır. Fakat dalâletlerin enva’ı çoktur. O nisbette risâlelerin dahi ayrı ayrı meziyetleri var. Eğer kolay ise, Tabîat Lem’asını da bize gönderiniz.

Umumunuza binler selam, makbul dualarınızdan çok istifade eden ve o halis dualara çok muhtaç kardeşiniz

Said Nursi


* * *
Səs yoxdur