dünyada da kaldıkları zamanda, ehemmiyetsiz, dünyanın fâni saltanatı ve muvakkat hâkimiyeti ve karışık siyasetine bedel; ma’nevî birer sultan ve hakîkat âleminde birer Şâh, birer ma’nevî padişah makamını kazandılar. Valiler yerine, evliyalar, aktablara kumandan oldular. Kazançları bire bin değil, milyonlardır.
İşte bu sır içindir ki, Yeni Saidin husûsi üstadı olan İmam-ı Rabbanî, Gavs-ı Âzam ve İmam-ı Gazâlî, Zeynelabidin (R.A.) hususan “Cevşen-ül-Kebir” münacatını bu iki imamdan ders almışım. Ve Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali kerremallahü vecheden aldığım ders, otuz senedenberi, hususan “Cevşen-ül-Kebir”le dâima onlara ma’nevî irtibatımda geçmiş hakîkatı ve şimdiki Risâle-i Nur’dan bize gelen meşrebi almışım. Zalimlerin gaddarlıklarını değil deşmek, bakmak, belki düşünmek de meşrebimize gelmiyor. Çünkü onlar mücazatını ve mazlumlar mükâfatını, aklımızın fevkinde görmüşler. O mes’eleler ile meşgul olmak, şimdiki bu hazır musîbet-i diniyeye karşı mükellef olduğumuz vazife-i Kur’âniyeye zarar verir. Ulema-i İlm-i Kelâmın ve Usûl-üd-Din allâmelerinin ve Ehl-i Sünnet Velcemaatın dâhi muhakkiklerinin İslâmî akidelere dâir çok tedkik ve muhakematla ve Âyet ve hadîsleri müvazene ile kabul ettikleri Usul-üd-Din düstûrları, şimdiki Risâle-i Nur’un meşrebini muhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor. Hattâ, hiçbir yerde, hattâ ehl-i bid’a kısmı da bu meşrebimize ilişemiyorlar. Hakîkat-ı ihlâs tam muhafaza edildiği için, her nevi, ehl-i İslâm içine giriyor. Şîalıkta mutaassıp ve Vahhabîlikte de müfrit feylesofların en maddîsi ve mütefennini ve mutaassıp hocaların en enaniyetlisi, beraber Nur dâiresine girmeğe başlamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar. Hattâ bazı misyonerler de, Din-i İsa’nın (A.S.) hakîki ruhanisi de o dâireye gireceklerine emareler var. Birbirine hücum değil; belki bir tesanüd, bir musalâha lüzumunu hissedip medâr-ı münakaşa mes’eleleri ortaya atmıyorlar. Demek İmâm-ı Ali’nin (R.A.) otuz kırk işâretiyle sarahat derecesinde haber verdiği Risâle-i Nur, bu zamanın müdhiş yaralarına tam bir ilâçtır. Onun için, o dâire bize kâfi gelmiş harice çıkmıyoruz.
İmam-ı Ali (Kerremallahu veche)nin şahsına ve hayatına ve adalet-i hakîki üzerine giden siyasetine ilişmek, darbe vurmak başkadır. Şahsiyet-i zâhirîsinden ve hayat-ı dünyeviyesinden ve siyaset-i içtimaiyesinden binler derece daha yüksek olan şahsiyet-i ma’nevîsine ve kemâlât-ı ilmiyesine ve makamat-ı velâyetine ve varisliğine darbe gelmez ve gelmemiş ve gelemiyor. Kimin haddi var? Onun için, iki ciheti birleştirmek tevehhümiyle karşısında muarazaya çalışanların taarruzu, pek dehşetli görünüyor. Ehl-i îman ortasında nasıl böyle vukuat olabilir? diye hayret veriyor.