Halbuki, o cemâatin hangisine bakılsa, o hassa görünmüyor. Demek âmî adamların ihlâsla tesanüdleri, bir velâyet hassasını veriyor. İşte bu hakîkate binaen böyle bir maksad için bir hey’etin çıkmasına muntazır ve dâima bekliyordum. O ümid, küçüklüğümden beri gaye-i hayâlim iken birden hiss-i kabl-el-vuku’ kabilinden kalbime bir sünuhat oldu ki: Maddî ve ma’nevî iki zelzele-i azîme yaklaşıyordu -1- . Ben de acz ve kusurumla, sözlerimdeki îzahsızlık ve muğlaklık ile beraber Kur’ân’ın nazmındaki i’cazın işârâtını ve kalbimde tahattur eden nüktelerini kaydedip kaleme almak ve âyâtın ba’zı îmanî hakîkatlerini yazmaya şiddetli bir ihtar-ı gaybî hissettim. Halbuki harbde acîb bir vaziyette olduğumdan tefsirlere müracaat etmek kâbil olmadı. Kur’ân’dan başka merci’ yoktu. Ben de yazdım. Yazdıklarım tefsirlere muvafık geldiyse, güzel bir ni’met ve bir muvaffakıyet... yoksa mes’uliyet benim biçâre fehmime âittir. Aynı zamanda zelzele-i kübrâ mahiyetinde olan maddî Birinci Harb-i Umûmî ve o zelzele-i azîmenin âhirlerinde o mezkûr hey’etin yuvalarını tahrib eden ma’nevî zelzele-i azîme meydana çıktı ki, öyle bir hey’et-i âliye-i ilmiyeye ve böyle bir vazife yapmak için bütün kapılar kapandı. Ben de o noksan fehmimle eski Harb-i Umûmî’de fariza-i cihadda avcı hattında ne kadar fırsat buldumsa kalbime tulû’ eden nükteleri yazıyordum. Derelerde, dağlarda hücum ederken kaydederdim. Fakat o acîb ayrı ayrı hâletlerin te’siriyle çeşit çeşit olmasından tashih ve ıslah edilmesine çok ihtiyaç varken benim kalbim tebdil ve tağyîrine razı olmadı. Çünkü, her dakika şehid olmaya hazırlandığımız için bir niyet-i hâlise ile yazılmış ki; o hâlet her vakit bulunmuyor. Ben de o yazılarımı Tenzile bir tefsir olarak değil, belki tefsirin ba’zı vücuhuna bir nevi me’haz olarak ehl-i kemâl olan ulema-i muhakkikînin enzarına arz ediyorum. Hakîkaten benim şevkim, benim tâkatimin pek fevkinde bir noktaya sevk etti. Eğer ehl-i tahkik istihsan etseler, beni devama ve ileri gitmeye teşci ve tergib ederler.
Said Nursî
1- Evet, Üstadımız mükerreren Birinci Harb-i Umûmî’den evvel çok def’a bize ulum-u Arabiyeyi ders verdiği zaman bize kat’i bir tarzda Büyük ve umûmî bir zelzele yaklaşıyor, hazırlanınız. O zaman herkes benim gibi mücerredlere gıpta edecekler.” diye söylüyorlardı. Pek az zamanda, onun mükerreren verdiği haber aynen çıktı.
Mehmed Sâdık, Sabri, Mehmed Şefik, Mehmed Mihrî, Hamza..