Kastamonu Lahikası | Mektup 180 | 293
(291-294)

Hâmisen: Mücahidlerin üstadı ve efelerin hakîki bir nâsihi ve Risâle-i Nur’un hâlis muhlis bir şâkirdi olan Hasan Âtıf kardeşim! Senin uzun ve te’sirli ve ehemmiyetli mektubun içindeki edibane, gâyet ince hissiyatın ve sana mahsus latif ta’birâtın hoşuma gitti.

Kardeşim, mübtedilerin ve hodfüruşların ve mülhidlerin ilişmelerinden teessüratın beni, senin hesabına müteessir etti. Evvelce size yazdığım mektub, inşâallah o teessüratı izâle eder. Risâle-i Nur’un mesleği ise: Vazifesini yapar, Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmaz. Vazifesi, tebliğdir. Kabul ettirmek, Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir.

Hem kemmiyete ehemmiyet verilmez. Sen o havalide bir tek Âtıf’ı bulsan, yüzü bulmuş gibidir. Merak etme. Hem mümkün olduğu kadar hariçten gelen küçük ilişmelere ehemmiyet verme. Fakat ihtiyatla, bu atalet mevsimi ve gaflet zamanı ve derd-i mâişet ibtilası zamanında, cüz’î bir iştigal de ehemmiyetlidir. Tevakkuf değil, muvaffakıyetsiz mağlubiyet yok! Risâle-i Nur’un her tarafta galibane fütûhatı var.

Sâdisen: Eski dost ve kardeş ve Risâle-i Nur’un o zamanda ciddî bir talebesi ve Isparta hayatımda bana hüsn-ü hizmetle samîmî bir arkadaş ve himmeti uzun, eli kısa aziz kardeşim Mehmed Celâl!

Seni o zamandan beri unutmadım. Çok zaman Risâle-i Nur dâiresinde kalemiyle çalışanlar içinde isminle hissedar oluyordun. Senin yüksek isti’dâdını ve ulüvv-ü himmetini Risâle-i Nur’da isti’mal etmek arzuluyordum. Demek derd-i mâişet, sizi bir derece kayıd altına aldı. Başta mübârek baban, hanenizde bulunanlara bilmukabele selâm ediyorum. Ve bilhassa Mehmed Seyranî Hayyat’a çok selâm ile beraber; eğer benim orada iken tanıdığım ve Hüsrev siste’minde telakki ettiğim Mehmed Seyranî ise, onun bin selâmına selâmla mukabele edip; o Seyranî o zamandan beri Risâle-i Nur’un bir cüz’üne bahsi girdiği ve silinmediği gibi, hatırımdan da silinmemiş. Çok def’a bekliyordum ki; Seyranî, Hüsrev’in arkasında koşup çalışsın. Demek onu da derd-i mâişet bağlamış.

Səs yoxdur