Emirdağ Lâhikası | Mektup 204 | 248
(247-249)

Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve ma’nevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şâkirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, ma’nen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.

İkinci Vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvaniyle şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve ma’nevî tehlikelerden ve gadab-ı İlâhîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.

Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta’tile uğramasiyle o zat, bütün ehl-i îmanın ma’nevî yardımlariyle ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmağa çalışır.

Şimdi hakîkat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan îmanı kurtarmak ve îmanı, tahkikî bir sûrette umuma ders vermek, hattâ avamın da îmanını tahkikî yapmak vazifesi ise, ma’nen ve hakîkaten hidayet edici, irşad edici ma’nasının tam sarahatını ifade ettiği için, Nur şâkirdleri bu vazifeyi tamamiyle Risâle-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecededir diye, Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar. O şahs-ı ma’nevînin de bir mümessili, Nur şâkirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı ma’nevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili olan biçâre tercümanını zannettiklerinden, ba’zan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu bir iltibas ve bir sehivdir, fakat onlar onda mes’ul değiller. Çünkü ziyâde hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyâde hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur Talebelerinin kemâl-i itikadlarının bir tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim. Hattâ eski evliyâların bir kısmı, kerâmet-i gaybiyelerinde Risâle-i Nur’u aynı o âhirzamanın hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikat ile tevili anlaşılır. Demek iki noktada bir iltibas var, tevil lâzımdır:

Səs yoxdur