Emirdağ Lâhikası | Mektup 204 | 249
(247-249)

Birincisi: Âhirdeki iki vazife, gerçi hakîkat noktasında birinci vazife derecesinde değiller, fakat hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve ittihad-ı İslâm ordulariyle zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde herkesde, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor; ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset ma’nasını ihsas eder; belki de bir hodfüruşluk ma’nasını hatıra getirir, belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskidenberi ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar, Mehdi olacağım diye dâva ederler. Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş, fakat herbiri üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibariyle, âhirzamanın Büyük Mehdi ünvanını almamışlar.

Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, ba’zı şâkirdlerin bu itikadlarına göre, bana karşı demişler ki: “Eğer Mehdilik dava etse, bütün şâkirdleri kabul edecekler.” Ben de onlara demiştim: “Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt’ten olacaktır. Gerçi ma’nen ben Hazret-i Ali’nin (R.A.) bir veled-i ma’nevîsi hükmünde ondan hakîkat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselâm bir ma’nada hakîki Nur şâkirdlerine şamil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabildim; fakat bu zaman şahs-ı ma’nevî zamanı olmasından, ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz ve sırr-ı ihlâsa tam muhalif olmasından, Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem ve Nurdaki ihlâsı bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbûr biliyorum.” dedim, o ehl-i vukuf sustu.

* * *
Səs yoxdur