Gâyet güzelce tedkik edip musahhah olarak bize iade etmiş. İnşâallah yakında bu Kur’ânımız basılarak, bir hediye-i Nuriye olarak âlem-i İslâm’a neşredilecektir.
O kendini bildirmeyen zâtın şübhe ettiği:
İkinci Mes’ele: Pekçok Nurcuların haddimden yüz derece ziyâde hüsn-ü zanlariyle benden zannettiği medâr-ı iftihar sıfatları yüz def’a onların hatırlarını kırıp reddetmişim. Fakat yirmisekiz sene siyasetçiler, Risâle-i Nur’un sırf îmanî ve uhrevî mesleğini şimdiki medenîleşmek fikirlerine müsait görmediklerinden yirmisekiz senedir hapislerle, mahkemelerle, tarassutlarla, asılsız isnatlarla Nurcuları ürkütmekle ve beni çürütmek cihetiyle Risâle-i Nur’u neşrettirmemek için emsalsiz bir vaziyete düşmüştüm. Yarım ümmî ve ittiham altında ve Nur şâkirdlerini bütün bütün kaçırmamak için bana karşı medhi, şahsımdan reddedip medhiniz Nurlara ait olabilir. Ve gördüğünüz meziyetler benim değil Risâle-i Nur’undur. O da Kur’ân-ı Hakîm’in bir hakîkatının bir tefsiridir. Ve her asırda dine ve îmana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acib ve komitecilik ve şahs-ı ma’nevî-i dalâletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı ma’nevî müceddit olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da hârika olsa, şahs-ı ma’nevîye karşı mağlub olmak kabildir. Risâle-i Nur’un o cihette bir nevi müceddit olması kaviyyen muhtemel olduğundan, o sıfatlar, hâşâ benim haddim değil, belki mükerrer yazdığım gibi, benim hayatım Risâle-i Nur’a bir nevi çekirdek olabilir. Kur’ânın feyziyle Cenâb-ı Hakk’ın ihsaniyle o çekirdekten Risâle-i Nur’un meyvedar, kıymetdar bir ağaç hükmüne îcad-ı İlâhî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm gittim. Bütün kıymet Kur’ân-ı Hakîm’in ma’nası ve hakîkatlı tefsiri olan Risâle-i Nur’a aittir.
Kendini bildirmeyen zâtın
Üçüncü şübhesi: Büyük Cihad’ın ve Sebilürreşad’ın neşrettiği gibi ben ilân etmişim ki; dine, îmana hizmeti ve Risâle-i Nur’u değil dünya siyasetine, belki kemâlât-ı ma’nevîye ve makamat-ı âliyeye âlet edemediğim gibi.. herkesin hoş gördüğü saadet-i uhreviye ve Cehennem’den kurtulmaya vesile etmemek ve yalnız emr-i İlâhî ve rıza-yı İlâhîden başka hiçbir şeye âlet etmemek, bu zamanda Nur’un hakîki kuvveti olan sırr-ı ihlâs-ı hakîkiyi muhafaza etmeye beni mecbûr etmiş ki: Sıddık-ı Ekber (R.A.) dediği olan “Mü’minler Cehennem’e gitmemek için Allah’tan isterim, benim vücudum Cehennem’de büyüsün ki, onların yerine azab çeksin” diye söylediği kudsî fedakârlığının bir zerresini ben de kendime kazandırmak için, îman ile Cehennem’den birkaç adamın kurtulmaları için Cehennem’e girmeyi kabul ederim demişim. Zâten ibadet, Cennet’e girmek ve Cehennem’den kurtulmak için kılınmaz; bozulur. Belki rıza-yı İlâhî ve emr-i Rabbânî için yapılır.