Aziz Kardeşlerim!
Bilmukabele bayramınızı tebrik ederim.
Sıhhatimi soruyorsunuz. Buranın çok şiddetli kışı ve odamın çok soğuğu ve üç hazîn gurbetin te’siri ve üç asabî hastalığın sıkıntısı ve bütün bütün yalnızlık ile kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere ma’rûz olduğum halde, Hâlıkıma hadsiz şükür ederim ki, her derdin en kudsî dermanı olan îmânı; ve îmân-ı bilkaderden, kazaya rıza ilâcını imdadıma gönderdi, tam sabır içinde şükrettirdi.
Aziz ve Sıddık ve Hâlis Kardeşlerim!
Rabb-i Rahîmime hadsiz şükür olsun ki; sizin gibileri Risâlet-in-Nur’a sâhib ve nâşir ve muhafız halketmiş, benim gibi âciz bir bîçârenin zaîf omuzundaki ağır yükü çok hafifleştirmiş.
Kardeşlerim! Bu def’a üç mektubunuzu birden üç Hulûsi, üç Sabri, üç Hakkı gibi kıymetdar dokuz kardeş gördüm. Hapiste, Abdurrahman’ın pederi yerinde benim elbiselerimi yamalayan Hakkı’nın ciddî ve hakîkatlı uhûvvetini ve talebeliğini, tahminimden daha ileri terakki ettiğini bildim, çok mesrûr oldum.
Sabri kardeş! Beni saran ve bağlayan ağır kayıdlara ehemmiyet vermiyorsun. Halbuki buradaki evhamlı ehl-i dünya benim ile pek fazla meşgul ve alâkadardırlar. Hattâ.. hattâ.. hattâ... Her ne ise.
Hem benim hakkımda bin derece haddimden ziyâde hüsn-ü zan ile kıymet ve makam vermek, yalnız Risâle-i Nur nâmına ve onun hizmeti ve Kur’an elmaslarının dellâllığı hesabına kabul olabilir. Yoksa hiç ender hiç olan şahsım itibariyle kabule hakkım yok. Parlak ve çalışkan kalemiyle hem Risâlet-in-Nur’un, hem bizim hatıralarımızda çok ehemmiyetli mevki tutan ve yerleşen Hâfız Tevfik’in yazdığı Âyet-ül Kübra Risâlesini münâsib gördüğünüz zamanda gönderirsiniz. Dokuz sene yazılarıyla mesrûrane ünsiyet eden gözlerim, hasretle o yazıları görmek istiyor.