Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki: Isparta Vilayetini, eskiden beri bir gâye-i hayâlim olan bir Medresetüzzehrâ, bir Câmi-ül Ezher yapmış. Sizin kalemleriniz, Risâle-i Nur’u matbaaya muhtaç etmeyeceğini, böyle kısa bir zamanda bu kadar mükemmel tevafuklu nüshaları teksir etmesi, bugün sabahleyin söylediğim bir davaya, öğlene yakın sizin bu cennet bahçelerinin meyveleri gibi tatlı ve güzel hediyenizi Emin getirdi, sabahtaki davayı tam isbat etti. Dava da budur: Demiştim:
Risâle-i Nur’un hizmet ettiği hakaik-i îmâniye herşeyin fevkinde olduğu gibi, bu zamanda her şeyden ziyâde onlara ihtiyaç var. Fakat kalbini öldürmüş, nefsi hevesâtla şımarmış mülhidler, îmândaki hakîkatın derece-i ihtiyacını inkâr ettiklerinden, “Ehl-i diyânet ve ehl-i ilmi sevkeden, tahrik eden makasıd-ı dünyeviye ve ihtiyacatıdır” diye ittiham ediyorlar. O ttihama göre de, pek insafsızcasına onlara ilişiyorlar. Bu bedbaht mülhidleri kat’î bir sûrette iskât etmek, bilfiil -maddeten- öyle fedakârlar lâzım ki, dünyanın en mühim meşgaleleri belki büyük zararları, onların ha-kaik-i îmâniye ihtiyaçlarını susturmuyor. Acaba öyleleri var mı? diye hatırlarına geldi. Evet vardır.
Isparta Vilayeti ve havalisi. İşte Sandıklı tarafından üç-dört ay zarfında Risâle-i Nur’u herşeye tercih eden efeleri ve mücahidleri diye dava etmiştim. İki saat sonra, hiç me’mul etmediğimiz bir tarzda, Rahmetullah nâmını alan Emin, iki sandıkla o davaya iki hüccet gösterdi.