Kastamonu Lahikası | Mektup 128 | 205
(205-205)

(128)

Aziz, Sıddık, Hâlis, Muhlis Kardeşlerim Ve Hizmet-i Kur’aniyede Ciddî, Hakîki Arkadaşlarım!

Bu yakında hem Isparta’da, hem bu havâlide Risâle-i Nur’un İhlâs Lem’aları intişara başladığı münâsebetiyle ve bir-iki küçük hâdise cihetiyle şiddetli bir ihtar kalbe geldi. Riyaya dâir üç nokta yazılacak.

Birincisi: Farz ve vâciblerde ve şeâir-i İslâmiyede ve Sünnet-i Seniyenin ittibâında ve haramların terkinde riya giremez, izhârı riya olamaz.


Meğer gâyet zaaf-ı îmânla beraber, fıtraten riyakâr ola. Belki şeair-i İslâmiyeye temas eden ibâdetlerin izhârları, ihfâsından çok derece daha sevablı olduğunu, Hüccet-ül İslâm Îmâm-ı Gazalî (R.A.) gibi zâtlar beyan ediyorlar. Sâir nevafilin ihfası çok sevablı olduğu halde; şeaire temas eden, husûsan böyle bid’alar zamanında ittiba-ı Sünnetin şerâfetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde haramların terkindeki takvayı izhâr etmek, değil riya belki ihfâsından pek çok derece daha sevablı ve hâlistir.

İkinci Nokta: Riyaya insanları sevkeden esbâbın

Birincisi: Zaaf-ı îmândır. Allah’ı düşünmiyen, esbâba perestiş eder, halklara hodfüruşlukla riyakârane vaziyet alır. Risâle-i Nur şâkirdleri, Risâ-le-i Nur’dan aldıkları kuvvetli îmân-ı tahkikî dersiyle; esbâba ve nâsa ubûdîyet noktasında bir kıymet, bir ehemmiyet vermiyor ki, ubûdîyetlerinde onlara gösterişle riya etsinler.

İkinci Sebeb: Hırs ve tama’, zaaf, fakr noktasında teveccüh-ü nâsı celbine medâr riyakârane vaziyet almaya sevkediyor.

Risâle-i Nur’un şâkirdleri, iktisad ve kanaat ve tevekkül ve kısmetine rıza gibi, Risâle-i Nur’un dersinden aldıkları izzet-i îmâniye, inşâallah onları riyadan ve dünya menfaatleri için hodfüruşluktan men’eder.

Üçüncü Sebeb: Hırs-ı şöhret, hubb-u câh, makam sâhibi olmak, emsâline tefevvuk etmek gibi hisler, insanlara iyi görünmek, tasannu’kârane haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek ve tekellüfkârâne lâyık olmadığı yüksek makamlarda görünmek tarzını takınmak ile riya eder.

Risâle-i Nur şâkirdleri ene’yi nahnü’ye tebdil ettikleri, yani enâniyeti bırakıp, Risâle-i Nur dâiresinin şahs-ı ma’nevîsinin hesabına çalışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarîkatın “fena fi-ş şeyh” ve “fena fi-r resul” ve nefs-i emmâreyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu zamanda birisi de “fena fi-l ihvan” yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı ma’nevîsi içinde eritip öyle davrandığı için, inşâallah ehl-i hakîkatın riyadan kurtulmaları gibi, bu sır ile onlar da kurtulurlar.

Üçüncü Nokta: Vazife-i diniye itibariyle, nâsa hüsn-ü kabul ettirmek, o makamın iktiza ettiği yüksek tavırlar ve vaziyetler, hodfüruşluk ve riya sayılmaz ve sayılmamalı. Meğer o adam, o vazifeyi kendi enâniyetine tâbi edip istimâl ede.

Evet, bir imam imâmet vazifesinde tesbihatları izhâr eder, isma’ eder; hiç bir cihette riya olamaz. Fakat vazife haricinde, o tesbihatları aşikâre halklara işittirmeye riya girebildiği için, gizlisi daha sevablıdır.

Risâle-i Nur’un hakîki şâkirdleri, neşriyat-ı diniyelerinde ve ittibâ-ı sünnetteki ibâdetlerinde ve içtinâb-ı kebâirdeki takvalarında, Kur’an hesabına vazifedar sayılırlar. İnşâallah riya olmaz. Meğer ki, Risâle-i Nur’a başka bir maksad-ı dünyeviye için girmiş ola. Daha yazılacaktı, fakat bir tevakkuf hali kesti.

Dinle
-