Demek kozmoğrafyacılar gibi ehl-i fennin en son ve geniş nokta-i istinadları ve medâr-ı gafletleri olan perdelerde Nûr-u ehadiyeti gösteriyor. Orada da düşmanlarını takib ediyor. En uzak tahassüngâhlarını bozuyor. Her yerde, huzura bir yol gösteriyor. Eğer güneşe kaçsa, ona der: “O bir soba, bir lâmbadır. Odununu, gazyağını veren kimdir? Bil, ayıl!” Başına vurur.
Hem kâinatı baştan başa âyineler hükmünde tecelliyat-ı esmâya mazhariyetlerini öyle gösteriyor ki, gafletin imkanı olmuyor. Hiçbir şey, huzura mani’ olmuyor. Ehl-i tarîkat ve hakîkat gibi huzur-u dâimî kazanmak için, kâinatı ya nefyetmek veya unutmak, ve hatıra getirmemek değil; belki kâinat kadar geniş bir mertebe-i huzuru kazandırdığını ve geniş ve küllî ve dâimî kâinat vüs’atinde bir ubûdîyet dâiresini açtığını gördüm. Daha var. Fakat şimdi bu kadar yazdırıldı.
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu def’a Hâfız Ali’nin ve Halil İbrahim’in ve Lütfü’nün bir vârisi Abdullah’ın, ehemmiyetli üç mektublarını aldım. Hâfız Ali’nin Hizb-i Kur’anî ve Hizb-i Nurî’deki yanlışlardan teessürünü bildiriyor. Kat’iyyen o bilsin ki; o ve Tahirî ve Hâfız Mustafa ve arkadaşlarının gayretleriyle tab’edilen o iki hizb, bu zamanda, bu şerâit içinde gâyet parlak bir muzafferiyet-i nuriyedir. Onların defter-i a’maline, her tarafta hasenatları geçirilir. Kim okusa, onların hissesi var. Yanlışları, tahminimizden çok azdır. Lillah-il-hamd kolayca tashih ettik. Lâyık ellere girmiş.
Halil İbrahim’in, Risâle-i Nur hakkında gâyet tatlı ve güzel ve mutabık temsili ve tavsifi, -içinde- samîmî ihlasından ve kanaatından geldiği cihetle, bizce gâyet parlak ve edibane düşmüş. Risâle-i Nur’a ait kısmını Lâhika’ya yazacağız. Hakîkaten Risâle-i Nur’un mühim ve sebatkâr ve dâimî bir rüknü olduğuna şübhe kalmamış. Ona ve rüfekasına her gün husûsî dualarımıza, kazançlarımıza, husûsan İnce Mehmed hissedar olmalarını ve selâmımızı tebliğ edersiniz.