O da fena ürktü, ma’reke takıldı. Beni öyle fena bir tarzda çiftelerle yere düşürdü. Ben o halde sağ elim ve sol ayağım kırılmış gibi ihtimal verdiğim gibi, vaziyet de öyle gösteriyordu. At’da başkasının malı. O hâlî orman içine daldı. Etrafta hiç kimse yok ki, imdada yetişsin. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür ediyorum, el ayağım kırılmamış, çok ziyâde incinmiş iken şemsiye ile yürüyebildim. O titiz at da ormana dalmayıp, yolsuz bir istikamete, benim yürüyüşümle yürüyerek, onbeş dakikalık bir mesafeye bir saatte yetiştik. At su içmekte iken, Nuriye isminde bir kadın geldi. Elinde ekmek, bir parça ekmeği ata verip, tutuldu. Ben de Cenâb-ı Hakk’a şükür, o vakit binebildim, odaya geldim. Birden öyle bir tufanlı yağmur oldu, hücremin önünde bir sel olarak gördük. Eğer o su, o Nuriye’ye rast gelmeseydi; o hâlî yerde, o yağmur altında, at da başkasının malı, kaybolmak gibi çok musîbetlerden Cenâb-ı Hak muhafaza eyledi.
Bu küçük musîbette dokuz cihette ni’met olduğunu tasdik ettik. Ve bu nevi hıfz ü himâyet, sizlerin samîmî dualarınızın bir neticesi olduğu kanaatındayız. Ve bu dokuz cihetle medâr-ı şükran hâdise, dün aldığımız hediye-i nuriyenin çok fâideli olduğuna işarettir. Çünki darb-ı meselde meşhurdur ki: Bir şeyde zahmet, meşakkat, alâmet-i makbuliyettir.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ve dualarını istiyoruz.
Aziz, Sıddık, Mübârek Kardeşlerim!
Bu mübârek eyyâm ve leyâli-i şerifede mübârek dualarınıza daha ziyâde ihtiyacımı göstermek için, bundan evvelki mektubda, titiz atın yüzünden gelen musîbet gerçi ondan dokuzu ni’mete inkılâb etti.