Kıymetdar Hulûsi ve Hakkı gibi Kardeşlerim!
Hakkı’nın dediği gibi, Sabri’nin mektubları aynen onların yerine kabul olmuş; o cihette Hulûsi ile muhabere kesilmemiş, devam ediyor. Hadsiz şükür ve hamd ü sena olsun ki; Risâlet-in-Nur gittikçe parlak, hârikane fütûhat-ı îmâniye yapar. Kendi kendine inşâallah her görenin kalbine de yerleşir, muannidleri susturur. Bir hıfz-ı gaybî altında düşmanları şaşırtmış, kör gözleri onu görmüyor. İzini bulamadığı halde, parlak faaliyetini müşahede ediyorlar. Bu vakit pek ziyâde ihtiyat lâzım.
Aziz, Sıddık, Kıymetdar Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur’âniyede Metin, Ciddî, Çalışkan Arkadaşlarım!
Yeni bir medâr-ı kerâmet ve inâyet ve sürûr olan mektubunuzu aldım. Ve Risâlet-in-Nur’a ait bir ikram ve inâyet-i İlâhiyeyi gösterdi. Şöyle ki:
Bundan dört-beş gün evvel, şiddetli bir taharri ile menzilim teftiş edildi. Her tarafa baktıkları halde hıfz-ı İlâhî ile bizi mahzun edecek bir şey bulamadılar. Yalnız İktisad, Hastalar, İstiâze gibi altı-yedi risâleyi zararsız buldular. Sonra da Hüsrev’in ezan mes’elesi gibi müsadere kâidelerine tam muhalif olarak noksansız iade ettiler. Ben o hâdiseden size endişe edip, dağdan dönerken Abdülmecid, Sabri, Hüsrev, Hâfız Ali ile beraber konuşmak, acaba size de bir taarruz var mı diye sormak istedim. Ve lîsanla bağırdım, geldim. Birden Emin kapıyı açtı, dördünüzün mübârek mektublarınızı verdi. Her ikimiz bu ikram ve taharrideki kerâmet-i hıfzıyeyi ve Hüsrev’in hilaf-ı me’mul öyle bir istida, öyle bir netice vermesindeki inâyet-i Rabbâniyeye aynı zamanda muvafık gördük ve Risâlet-in-Nur her vakit inâyete mazhardır diye şükrettik.