Bir âyetin ma’na-yı işârisinin külliyetinden bir ferdi, Teşrin-i sâni otuz birinci gün, bin üç yüz elli sekizde, Karadağ başına yanlız çıkıyordum. “İnsanların, husûsan Müslümanların bu teselsül eden helâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı, ne vakte kadar devam eder?” hatıra geldi. Birden, her müşkilimi halleden Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, Sûre-i ( )’yı karşıma çıkardı. Dedi: “Bak!” Baktım. Her asra hitab ettiği gibi, bu asrımıza daha ziyâde bakan
âyetindeki
(şedde ve tenvin sayılır) makam-ı cifrîsi bin üç yüz yirmi dört (1324) edip, hürriyet inkılâbıyla başlayan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan Harbleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlubiyetleri ve dehşetli muahedeleri ve şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci Harb-i Umumî’nin zemîn yüzünde fırtınaları gibi, semâvî ve arzî musîbetlerle hasaret-i insaniye ile
âyetinin bu asra dahi bir hakîkatı, maddeten aynı tarihiyle gösterip, bir lem’a-i i’cazını gösteriyor.