hem çoktan beri sukût-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevkeden dehşetli esbâb altında Risâle-i Nur’un şimdiye kadar fütûhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması ve yüz binler bîçârelerin îmânlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakîki mü’min talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sadık’ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vuku’at ile isbat etmiş ve inşâallah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki; inşâallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sînesinden onu çıkaramaz. Tâ âhirzamanda, hayatın geniş dâiresinde asıl sâhibleri, yani Mehdi ve şâkirdleri (Hâşiye) Cenâb-ı Hakk’ın izniyle gelir, o dâireyi genişlettirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip, Allah’a şükrederiz.
Hâfız Ali’nin kıymetdar bir kardeşimiz olan Aydın’lı Hasan Âtıf hakkında medhi ve tafsili bizi minnetdar etti. O kardeşimiz haslar içinde her sabah yanımızdadır.
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Sizi tebrik ediyoruz, hakîkaten müdakkik hâfızlarsınız. Hüsrev’in yazdığı Kur’an’da incecik sehivlerini bulmanız, hıfzınızın kuvvetine tam delâlet ediyor. Bizler size minnetdar olduk ve teşekkür ediyoruz. Cenâb-ı Hak sizlerden ebeden razı olsun. Bu münâsebetle Risâle-i Nur’un kahramanı olan Hüsrev, Risâle-i Nur’un hizmetinde gösterdiği hârikaları, nümûne olmak için bir kısmını beyan edeceğiz. Şöyle ki:
Bu zât, dokuz-on sene zarfında dört yüz risâle kadar dikkatli ve tevafuklu olarak Risâle-i Nur’dan yazdığı gibi; hâfız olmadığı halde yazdığı iki mükemmel Kur’an ile ve üçüncüsünü -müteferrik sûrette- gözle görünür bir nevi i’caz-ı Kur’anı gösterir bir tarzda üç Kur’ânı yazmış; tam mukabele edilmeden bize gelmiş; biz de mukabele etmeden size göndermiştik. Sizler de kemâl-i dikkatle hareke ve harflerde gördüğünüz kırk-elli sehiv, Hüsrev’in kaleminin ne derece hârika olduğunu gösterir.
Çünki her Kur’ân’ın üç yüz bin altı yüz yirmi harfinde, o kadar hareke ve sükûnlarında yalnız kırk-elli sehiv bulunması, o kalemin isabette hârika olduğunu gösterir.
Latiftir ki; Hüsrev’in sehvini bulan bir zât, iki harfte bir sehiv etmiş. Hüsrev yüz bin harfte bir sehiv etmiş. Tashih eden, iki harfte noktayı bırakıp sehiv etmiş. Demek o dikkatli hâfızın o sehvi, Hüsrev’in o sehvini afvettiriyor.
Hem bu Hüsrev’in kalemi gibi; fikri, kalbi de o nisbette hârika diyebiliriz. Risâle-i Nur’a karşı irtibatı ve iştiyakı ve kanaatı gittikçe terakki ve inkişaf ediyor. Hiçbir hâdise onu sarsmıyor, fütûr vermiyor.
Hem onun bir hârikası odur ki: Risâle-i Nur’a beş sene yabanî kaldığı halde birden intisâb edip, bir ay zarfında on dört risâleyi Risâle-i Nur’dan yazmış.
Hem Kur’anın gözle görülen bir nevi lem’a-i i’caziyeyi, beş-altı mushafta işaretler yaptım, hatt-ı Arabî-i Kur’anîleri mükemmel olan kardeşlerime taksim ettim. Bunların içinde hatt-ı Arabî-i Kur’an’da Hüsrev onlara yetişemediği halde, birden umum o kâtiblere ve hatt-ı arabî muallimine tefevvuk eyledi. Ve hatt-ı arabîde, en mümtaz kardeşlerimizden on derece geçti. Umumen onlar tasdik edip: “Evet bizden geçti, biz ona yetişemiyoruz” dediler. Demek Hüsrev’in kalemi, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın ve Risâle-i Nur’un mu’cizevari kerâmetleri ve hârikalarıdır.
Kardeşiniz
Said Nursi
Hâşiye: Bu cümle Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken bizzat kendileri kontrol ve tashihden geçirdikleri 1958 de Ankara’da basılan (Tarihçe-i Hayatı Meslek ve Meşrebi) adlı kitabının 219. sahifesinde mevcûddur.