Te’lifinden otuz dört sene sonra, Münâzarât nâmındaki esere baktım!
Gördüm ki: Eski Said’in o zamandaki inkılâbdan ve o muhitten ve te’sirat-ı hariciyeden neş’et eden bir halet-i ruhiye ile yazdığı bu gibi eserlerinde hatîat var. O kusûrat ve hatîatından bütün kuvvetimle istiğfar ediyorum ve o hatîattan nedâmet ediyorum. Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden niyâzım odur ki: Ehl-i îmânın me’yusiyetlerini izâle niyetiyle ettiği hatîat, hüsn-ü niyetine bağışlansın, afv edilsin.
Eski Said’in bu gibi eserlerinde iki esâs-ı mühim hükmediyor. O iki esâsın hakîkatları vardır; fakat ehl-i velâyetin keşfiyatı te’vilâta ve rü’ya-yı sadıkanın te’vile muhtaç oldukları gibi; o hiss-i kabl-el vuku’un dahi daha ince tâbirlere lüzumu varken, Eski Said’in o hiss-i kabl-el vuku’ ile hissettiği o iki hakîkatın te’vilsiz, ta’birsiz bir sûrette beyanı, kısmen kusurlu ve kısmen hilaf görünüyor.
Birinci Esâs: Ehl-i îmânın me’yusiyetine karşı, “İstikbalde bir nur var” diye müjde verdiğidir. Bir hiss-i kabl-el vuku’’ ile Risâle-i Nur’un istikbalde, dehşetli bir zamanda, çok ehl-i îmânın îmânlarını takviye edip kurtarmasını hissedip;