Kastamonu Lahikası | Mektup 111 | 163
(163-164)
(111)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Dün Emin bu havaliye gelen bir kolordu münâsebetiyle, istemediğim ve Rus’un harbe devamını bilmediğim halde; Rusya’nın Kafkas’la ittisali kesilmesini söyledi. Ben onun sözünü kesip susturduğum halde, kalbim ehemmiyetle bir alâka gösterdi.

Sonra bugün namazda ve tesbihatında iken, ma’nevî tarzda denildi ki: Küre-i Arz’da çarpışan, mücadele eden cereyanlardan her halde birisi İslâmiyete ve Kur’ana ve Risâle-i Nur’a ve mesleğimize tarafdar olacak; bu noktadan ona karşı merakla bakmak gerekti. Bakmamak için bir-iki mektubda yazdığım sebebler çendan kalbe, akla kâfidir; fakat meraklı ve hevesli olan nefse kâfi gelmiyor diye kalbime geldi.

Aynen tesbihatta ihtar edildi ki; ehemmiyetli sebebi ise: Bakmakta bir tarafa tarafgirlik hissi uyanır; tarafgir nazarı, tarafdar olduğu taraf cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir belki alkışlar. Halbuki küfre rıza, küfür olduğu gibi, zulme razı olmak dahi zulümdür. Elbette zemîn yüzünde bu dehşetli düelloda, Semâvatı ağlatacak zulümler ve tahrîbât oluyor; çok ma’sûm ve mazlumların hukukları kayboluyor, mahvoluyor. Mimsiz gaddar medeniyetin zalîmâne düstûru olan, “Cemaat için ferd feda edilir, milletin selâmeti için cüz’î hukuklara bakılmaz” diye, öyle dehşetli bir zulüm meydanı açmış ki, kurûn-u ûlâ vahşetlerinde de emsâli vuku’’ bulmamış. Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın adâlet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaata feda etmez; “Hak, haktır; küçüğe büyüğe, aza çoğa bakılmaz” diye kanun-u semâvî ve hakîki adâlet noktasında Risâle-i Nur şâkirdleri gibi hakîkat-ı Kur’aniye ile meşgul adamlar, zarûret olmadan lüzumsuz, yalnız hevesli bir merak için, netice itibariyle fâidesi bulunan ve netice daha gelmeden evvel lüzumsuz bakmak ve zalîmâne tahrîbâtlarını alkışlamak sûretiyle İslâmiyet ve Kur’an lehine hizmet edeceği o cereyanın harekâtını fikren takib etmekle meşgul olmak münâsib olmadığı için; nefis de, akıl ve kalbe tâbi’ olup merakını bırakmış diye anladım.

Dinle
-