Barla Lâhikası | Mektub 69 | 76
(76-76)

(Sabri’nin fıkrasıdır)

Eyyühe’l-Üstadü’l-A’zam!

Bilhassa dest ve damen-i mübâreklerinizi bûs edip, her ân ve zaman muhtaç bulunduğum daâvât-ı üstadânelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyurulan enva-ı iltifatı şâmil lütufname-i ekremîlerini, kemâl-i hasretle alarak müftehiretle okudum. Bir fıkrasında tevâfukat-ı gaybiye hakkındaki kanâat-ı âcizanem sual buyuruluyor. (Neam sadakte, Eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem) kelimeleriyle icabet ediyorum. Zîra şu tevafukat-ı gaybiye-i acibe, bilûmum bahr-i mu-hit-i Nurun talebelerini ve hatta talebelerin cemâat-ı müstemialarını mest ve hayran ve medyun-u secde-i şükran bırakmıştır. Nurların şu mu’ciznümâ kerâmetlerini, ancak ve ancak mir’at-ı Muhammediye (A.S.M.) ile müşa-hede edebiliriz. Bu hakîkatın diğer bir marifeti olan:

Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kâim

Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim. (Hâşiye).

Şu iki mısra’-ı ma’nidarı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayretfezâ kerâmet-i Kur’âniyeyi ve i’caz-ı Nebeviyeyi müşâhede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve şu tevafukat-ı acibeye mü-şabih tevâfukat, başka kitablarda bulunur mu? maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nâdir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir kerâmet-i aleniye olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lîsan-ı hal ile beşere hitaben diyor ki: “Ey benî âdem, şu sisli asırda dalâleti ref’ ve selbedip necat ve saâdet bahşedecek ve dima-ğınızdaki semli kokuları, verd-i Muhammedîye tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-i selâmet ve necata sevkedecek, pek çok kerâmât ve i’cazını gösteren, bizim bu-lunduğumuz derya-yı nurânîdir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye te-zâhür edecektir, diye nidâ ediyor.

Müsaade-i fâzılâneleriyle bir ma’rûzatım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna ederek meramımı arzedeceğim. Bendeniz Nurların müştak müşterilerinde daha doğrusu yanık talebelerinde, bir tevafuk-u fevkalâde görüyorum. Çünkü enâniyet ve nefsaniyetin şiddetle hüküm-ferma oldu-ğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun tarz-ı telakkisi bir ve yekdiğerine karşı (ah-i lieb ve üm’den) daha kavî bir râbıta-i hakîkiye ile merbut, samimiyet ve hakîkatperverlikte, âdeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddî ve hâlis, kardeşlikte tâkib ettikleri hatt ve hareket bir ve daha pek ziyâde birbirine benzeyen tullâb-ı nurânîyenin bu hârika hallerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görüyorum. Zîra İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan, Kütahya’dan, Isparta’dan, Eğridir’den ilh.. muhtelif beldeler-den seçilip, her sınıfta mukayyed bulunan talebelerin aynı hâssaları haiz olmaları, câlib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir, zannederim Efendim Hazret-leri.

Sabri
-----------------------------
(Hâşiye): Lâtif bir tevafuktur ki: Hulûsî-i sâni Sabri Efendi bu beyti bana yazdığı zamanda, ya aynı zamanda veyahut az sonra, Hulûsî Bey bir ay uzak bir yerde, aynı beyti bana yazmıştır. Bu iki zâtın hem hizmet-i Kur’ân’da, hem bana karşı münâsebetlerindeki tevafukları, alâmet-i muvaffakıyettir.
Said
Səs yoxdur