Barla Lâhikası | Mektub 243 | 250
(250-250)

Mektûbât’ın Yirmi Altıncı Mektubun Dördüncü

Mebhası’nın Birinci Mes’elesi Evvelen Kısmı

Aziz, Sıddık ve Sâdık, Muhlis ve Hâlis Kardeşim İbrahim Hulûsî Bey!

Mektubunda beyân ediyorsun ki, “Eğirdir” gibi orada muvaffak olmuyorsun. Ondan telâş etme. Orada öyle esbâb var ki, bütün bütün tevakkuf ve ta’til neticesini verebilirdi. Cenâb-ı Hakk’a şükür yine tevakkuf değil, muvaffakıyet var.

O ma’nevî esbâbdan biri şudur ki: Cinnî şeytandan ders alan insan şeytanları, dünyevî meşgaleleri ile seni bir çember içine alıp, Nurlara hizmetini tahdid etmek için, sezdirmeyerek perde altında çalışmışlar.

Hem o havalide sâbıkan, müdhiş ameliyat ve icraat olduğundan, o muhitte bir ürkeklik hâsıl olup, senin kalbindeki gâyet kuvvetli bir metanet olmasaydı, o Nurlar orada hiç ışıklandırmayacaktı. Fakat orada az hizmet de çoktur, kıymettardır.

Sâniyen: (Bu kısım Mektûbât’ın 349-350’inci sahifelerinde bulunan (Sâniyen) kısmının sonuna ektir.) ta’birinden sonra zikri, icmalden tafsile geçmektir. Nasılki “Memleket-i İslâmiye hâkimi” ta’birinden sonra; “Anadolu, Asya ve Afrika hâkimi” ta’biri haşmet-i saltanatı mufassalan gösterir.

Öyle de Rubûbiyet-i Mutlakadan sonra, Haşmet-i Rubûbiyeti mufassalan gösterir. Her ne ise, şimdilik suâline tam cevab veremiyorum. Ona bedel Kur’ân i’cazına âid iki küçük nükteyi söyleyeceğim.

Sen şu iki nükteyi On Dokuzuncu Mektub’un beşinci cüz’ünün On Sekizinci İşâretinin Birinci Nüktesinin âhirine hâşiye olarak ilâve ediniz.

İşte Birinci Nükte: (Mektûbât’ın 196’ıncı sahifesindeki 2. Hâşiyeye, şu kısım ektir.)

Şu üç hakîkata mukabil gelecek hangi hakîkat var? Kimin haddine düşmüş ki, bunları taklid etsin. Evet nasılki, bu tarz-ı ifade sun’î olamaz, öyle de taklid edilmez. Evet kimin haddine düşmüş ki, hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Hâlık-ı Kâinat’ı bu sûrette konuştursun.

İkinci Nükte: Kur’ân-ı Hakîm’in umum sahifeleri âhirinde âyetler tamam oluyor, güzel bir kafiye ile nihayetleri hitam bulması, hem Lafz i213-1 yaprağın iki sahifesinde veya karşı karşıya iki sahifesinde veya yakın sahifelerde ekseriya ya muvafakat-ı adediye veya münâsebet-i adediye bulunması, bir Emâre-i İ’cazdır. Ve bunun sırrı şudur ki: Âyâtın en büyüğü olan “Müdâyene” âyeti, sahifeleri için ve Sûre-i İhlâs ve Kevser satırları için, bir vâhid-i kıyâsî ittihaz edildiğinden, Kur’ân-ı Hakîm’in bu güzel meziyeti ve i’caz alâmeti görülmektedir. Demek bu hüner Kur’ân’ındır. Yoksa Hâfız Osman gibi zâtların değil. Çünkü bu vaziyet, âyetinden ve suresinden neş’et etmiştir.

Sâlisen: Mektubunuzdan anladım ki, sana gönderilen risâleleri kendin için istinsah ediyorsun, aslını Abdülmecid’e veriyorsun.

Aziz kardeşim, çendan Abdülmecid benim nesebî kardeşim ve yirmi sene talebemdir. Fakat ne o, ve ne hiç birisi benim Hulûsî’me yetişmiyor. O mektublar ekseriyet-i mutlaka senin nâmınla yazılmış ve sana gönderiliyor. Abdülmecid ikinci derecede, kendine istinsah etmek veya mütalaa etmek için onu da teşrik et diye bir mektubda demiştim. Fakat eğer sen, o kardeşini kendi nefsine tercih edersen ve ona zahmet vermemek için zahmet çeksen ona karışmam. Senin peder ve vâlidene ve Fethi gibi arkadaşlarına ve senin eski hocalarına selâm ve duâ ederim, duâlarını isterim.


Kardeşiniz

Said Nursî

21 Ramazan-ı Şerif

(Abdülmecid’e yazılan mektubu, senin mektubunun içine koydum, ona gönderiniz.)

(Biraderlerine yazdıkları mektubdan.)

Eğer ahvâl-i ruhiyemi anlamak istersen, gelecek şu iki fıkra tercümandır. Bir şâirin dediği gibi derim:



(Ney) gibi her dem ki, geçmiş ömrümü yâd eylerim.

Tâ nefes vâr ise, kuru cismimde feryâd eylerim.



Bir ticaret kılmadım, nakd-i ömür oldu heba,/ParagrafB]

Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.


Ağlayıp nâlân edip, düştüm yola tenha garîb,

Dîde giryân, sîne püryân, akıl hayrân, bîhaber.



Evet geçmiş ömrü israf ettik, zâyi’ ettik. Çok mübârek zâtlar, ahbablar kaybettik, yalnız kaldım. O mübâreklerle beraber âhirete çalışmadım.

Səs yoxdur