Barla Lâhikası | Mektub 152 | 159
(159-159)

(Zekâi’nin bir fıkrasıdır)

Üstadım!

Bir meydan-ı mücadele ve imtihan olan şu dünyanın her köşesinde beşere ders-i ibret olacak bir hâdise, bir nümune eksik değil. Her yerde muhtelifü’l-mizaç insanlarda ayrı ayrı temayülât-ı kalbiye bulunuyor. Hâdisat-ı dünyeviye içinde, en elîm olan şeyin, meslek-i uhreviye ve diniye perdesi altında vahşet ve hayvaniyet ruhlarıyla karşılaşmak olduğunu tecrübelerim ve müşahedelerim bana öğretiyor.

Evet, ehl-i îman için mûcib-i teessür şeyler, kendisini ıslah-ı hâle irca’ etmek üzere, ubûdiyetle Hâlıkına yalvarırken, bir mülhidin uysal bir mahlûk gibi sokularak, birkaç zaman hileli etvar gösterdikten sonra, ruhunun çirkinliği ile karşısındakine hücum ederek, kendine onu benzetmek istemelerini ve hatta karşısındaki mü’min hakkında, sû-i zan ve sû-i tefehhüme düştüğünü görmektir.

Ah üstadım, ne vardı, insanlar ya göründüğü gibi olsa, yahut olduğu gibi görünseler idi. Ehl-i irşad, ahkâm-ı Kur’âniyeyi tebliğ hususunda müşkilât çekmeyecek ve inkâr edilmeyecekti. Benim gibi henüz kendini ıslah edemeyenler de, ba’zı budalaların ruhlarında safiyet ve hüsn-ü insaniyet aramaya çalışmayacaktı.

Aziz üstadım, inşâallah Cenâb-ı Hak, hak ve hakîkatın Güneş gibi yükseldiğini size ve bize göstersin. Bir zindan hayatına benzeyen, birçok ma’nevî mahrûmîyetler içerisinde geçen şu günleri, sürurlu ve serbest günlere tebdil eylesin. Âmîn.

Talebeniz Zekâi


Səs yoxdur