Barla Lâhikası | Mektub 202 | 209
(209-209)

(Hâfız Ali’nin fıkrasıdır.)

Üstad-ı Âlîşanım Efendim Hazretleri!

On bir nükteyi hâvi Mirkatü’s-Sünne’yi istinsaha muvaffak oldum. Bu ziyâdar Lem’a şu zamanda şirk ile îmanın ve kötü ile iyinin temyiz ve tefriki için öyle bir cevher miheng ki, memduhu gibi gözler hakîkatını görmekte ve akıl hakîkatına ermekte hayran ve âcizdirler. Zâten şu zamanın pek şiddetli zulümatını yırtacak, zıddının pek fevkinde bir nur-u lâyezâlî, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden ümid edilirdi.

O nur, bilfiil Nur’da nebeân ettiği, her aklı başında olanlarca görülüyor. Değil böyle en büyük bir hakîkatı îzah ve tefsir eden bir risâle, hatta bir ferdi ikaz için yazılan bir mektubun bile, her meşrebe bakar bir gözü, herkese yarar bir sözü bulunuyor.

Ey aziz Üstad! Bizler nasıl şükretmeyelim, nasıl minnetdar olmayalım ki, Cenâb-ı Hak şiddetli muhtaç olduğumuz dünyanın o koca Güneşi gibi, Kur’ân Güneşinin hakîki bir müfessirine bizleri kavuşturdu. Nasıl salât ü selâm olmasın ki, ol Hazret-i Sipeh-sâlâr-ı Enbiya olan Şâh-ı Levlâke ki, bizlerin görmez gözlerimizi nuru ile şu’ledar edip, tarîk-ı müstakime sevk eyledi. Nasıl duagû olmayalım, ol Hazret-i Dellâl-ı Kur’ân’a ki, isyanımıza bakıp, bizleri halka-i irşadından hariç ve hâl-i aslîmizde bırakmadı ve inşâallah iki cihanda da bırakmayacaktır.

Sevgili Üstad! Her iki parçayı istinsah ederken kalbime geldi ki, asıllarını taklid etmeyeyim. Zîra, üzerlerinde zâhir olan ezhâr-ı tevâfuku, cilve-i bedâyi başka tarzda kendini nasıl gösterecek dedim. Ve takdim-i âcizânem olan iki nüshadaki san’at-ı bedia, akıl ve isti’dâd-ı beşerden pek uzak bir tarzda güya tezgâhında ölçülerek, biçilerek, her harfi bir vezn-i kasdî ile zuhur ettiğini gösteriyor. Ve şu zamanın akıldan uzak eblehlerine ma’nen diyorlar ki; bizim halen üzerimizde tecelli eden cilve-i cemali, aklınızla ölçemezsiniz, yalnız gözleriniz varsa görebilirsiniz.

Evet baharda zeminin yüzünde san’at-ı Rabbânîye ile her tarafta sündüsmisal çiçeklerin açılmaları; cüz’î şuuru olan kimse, bir kâdir-i mutlak olan Zât-ı Zülcelâl’den başkasına veremez. Öyle de, risâleler umûmîyetle Kur’ân ömrünün asırlar, senelerinden ondördüncü asır nevruz-u sultanî misillü bir baharı taşıyorlar. Arı kadar aklı olan, bu baharda bu çiçeklerden istifade etmezse ne denir? Ve koca baharı görmeyen ehl-i basirete ne denir? Ve görüp de kendini kışta zemherine atana ne denir? Heyhât... Kendine zîşuûr ve ehl-i zikir ve ehl-i basiret süsü verenlere...

Var ol, ey sevgili Üstad! Sen bu Kur’ânî elmaslar ile, o koca baharın mübeşşirisin. Cenâb-ı Hak, maksud ve muradınıza nâil buyursun. Âmîn duasıyla dest ü damen-i muallâlarını öperim Efendim Hazretleri.

Fakir Talebeniz Ali


* * *

Sâlifü’z-zikr eserler hakkında bir arîzacık da bu fakir ve âciz talebeniz takdim-i huzur-u fâzılâneleri niyetinde isem de, esasen emel ve gayelerimiz bir olduğu için, Hâfız Ali Efendi kardeşimin şu mektubunun mealini tekrar ile iktifa eylediğimi arz ve hâk-i pây-i ekremîlerini öperim Efendim.

Pür-kusur talebeniz

Hulûsî-i Sâni


Səs yoxdur