Barla Lâhikası | Mektub 134 | 141
(141-141)

(Risâle-i Nur’un tesvidinde çok hizmeti sebkat eden temiz kalbli, ihlâslı, güzel bir hâfız, müdakkik bir hoca olan Hâfız Hâlid’in bir fıkrasıdır.)

Risâle-i Nur’un müellifi Bediüzzaman, nâdire-i cihan, hâdim-i Kur’ân Said Nursî (R.A.) hakkında hissiyatımdan binden birini beyân ediyorum:

Üstadım -kendisi- Nur ism-i celîline mazhardır. Bu ism-i şerif, kendileri hakkında bir ism-i a’zamdır. Kendi karyesinin ismi Nurs, vâlidesinin ismi Nuriye, Kadirî üstadının ismi Nureddin, Nakşî üstadının ismi Seyyid Nur Muhammed, Kur’ân üstadlarından Hâfız Nuri, hizmet-i Kur’âniyede husûsi imamı Zinnûreyn; fikrini, kalbini tenvir eden âyet-i Nur olması ve müşkil mesâilini îzaha vâsıta olan nur temsilâtı gâyet kıymettardır. Resâilin mecmuuna Risâle-i Nur tesmiyesi, Nur ismi onun hakkında ism-i a’zam olduğunu teyid etmektedir.

Risâle-i Nur adlı hârika te’lifatının bir kısmı Arabî olmakla beraber, Risâle-i Nur eczaları şimdiye kadar yüz on dokuza bâliğ olmuştur. Her bir risâle, kendi mevzuunda hârikadır. Gâyet yüksek olmakla beraber, Onuncu Söz ismiyle iştihar eden haşre dâir olan risâlesi pek hârikadır, câmi’dir.

Ulemâca sırf naklî olan haşri ve neşri, gâyet kuvvetli ve kat’i delâil-i akliye ile isbat etmiştir. Onunla çokların îmanını kurtarmışlar.

âyetinin sırrıyla diyebilirim ki, Risâle-i Nur bir kamer-i mârifettir ki, şems-i hakîkat olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın nurunu istifâza eylemiş ki,

olan meşhur kaziye-i felekiyyeye mâsadak olmuştur. Hem diyebilirim ki, üstadım Kur’ân hakkında bir kamer hükmünde olup, sema-i risâletin şemsi olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan (nurî istifade) edip, Risâle-i Nur şeklinde tezâhür etmiş.

Üstadım, başkalarında nâdiren bulunan mümtaz hasletlerinden, zâhirî tavrının pek fevkinde bir vaziyet gösteriyor. Zâhir hâle bakılsa, ilm-i hâli bilmiyor gibi görünüyor; birden, bakarsın bir deryâ kesiliyor. Me’zun olduğu mikdarı ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan istifade derecesi nisbetinde söyler. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan cihet-i istifadesi olmadığı vakitlerde, yeni ay gibi mahviyet gösterir. Bende nur yok, kıymet yok der. Bu hasleti de, tam tevâzu’dur ve

hadîsiyle tam âmil olmasıdır. İşte bu haslet îcabatındandır ki; bizim gibi talebelerinden ba’zı mesâil-i ilmiyede muhalefet bulunsa, onların sözlerini içinde arar, hak bulduğu vakit, kemâl-i tevâzu’ ile ve lezzetle kabul ederek teslim eder. Mâşâallah der. Siz benden daha iyi bildiniz der. Allah razı olsun der. Hak ve hakîkatı, nefsin gurur ve enâniyetine dâima tercih eder. Hatta ben ba’zı mes’elelerde muhalefet ediyordum. Bana karşı gâyet mültefit, memnunâne bir tavır alır; eğer yanlış yapsam, güzelce, damarıma dokunmayarak beni îkaz eder. Eğer güzel birşey söylemiş isem çok memnun olur.

Üstadım bilhassa hikmet-i hakîkiye fenninde, yâni hikmet-i şeriat ve İslâmiyet noktasında pek hârikadır ve hikmet-i beşeriyede dahi çok ileridir. Hatta o ilimde, Eflâtun ve İbn-i Sînâ’yı geçmiş diyebilirim.

Bundan on üç sene evvel, “Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye” âzâsından iken, küçükten beri şimdiye kadar ma’nen izn-i İlâhî ile onun bir muîni ve nâsırı ve muhafızı olan kutb-u Rabbânî ve kandil-i nurânî Abdülkadir-i Geylânî (aleyhi nazar-ur Rahmânî) Hazretlerinin Fütuhu’l-Gayb risâlesini tefe’ülen açtığı esnada,

ibâresi çıktı. O ibâre, onun hakkında pek ma’nidar olarak, Eski Said’i Yeni Said’e çevirmesine sebebiyet vermiştir. Eski Said olduğu zamanlarda, İngilizlerin dinî suallerine gâyet lâtif ve müskit bir cevab vermiştir. Ve ilm-i mantıkta, İbn-î Sina’nın te’lifatından geçecek “Tâ’likat” nâmında hârika bir risâlesi var. İşkâl-i mantıkıyeyi kıyâs-ı istikrâî cihetiyle on bine kadar iblâğ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihâta göstermiş. “Sünuhat” isminde bir risâlesinde gördüm ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, âlem-i ma’nada, bir medresede ona ders verdiğini görmüş. O ders-i ma’nevîyeye binaen “İşârâtü’l-İ’caz” nâmındaki hârika tefsiri yazmış. Bana bir gün dedi ki:

“Harb-i Umûmî hâdisat ve netâicleri mâni olmasa idi, İşârât-ül İ’caz’ı Allah’ın tevfîki ve izni ile altmış cilt yazacaktım. İnşâallah Risâle-i Nur, âhiren o mutasavver hârika tefsirin yerini tutacak.”

Üstadımla yedi-sekiz sene musahabetim esnasında mühim meşhudatım çoktur. Fakat


mûcibince, deryaya delâlet maksadı ile bu fıkra kâfi görüldü. Çünkü Üstadımdan iftirak zamanı idi, acele yazdım. Üstadım,

âyetinin sırrıyla çok def’a yanlarında beni musâhib bulmak hakkını ve teveccüh duasıyla yerine getireceklerine eminim...

Hâfız Hâlid (R.H.)


Səs yoxdur