Aziz, Sıddık, Müdakkik Âhiret Kardeşim, Hizmet-i Kur’âniyede Arkadaşım!
Evvelâ: Mektubunuzda, benim her mektubumun başında
yazılmasının hikmetini soruyorsunuz. Bunun hikmeti şudur ki: Kur’ân-ı Hakîm’in hazâin-i kudsiyesine, bana açılan en birinci kapı o olduğudur. En evvel hakâik-i âliye-i Kur’âniyeden, şu âyetin hakîkatı bana zâhir olmuş ve ekser risâlelerde, o hakîkat sereyan etmiştir.
Hem bir hikmeti şudur ki; itimad ettiğim mühim üstadlarımın mektublarının başlarında isti’mal etmeleridir.
Hem mektubunuzda “yedi kebâir”i soruyorsunuz. Kebâir çoktur, fakat ekber-ül kebair ve mûbikat-ı seb’a ta’bir edilen günahlar yedidir: “Katl, zina, şarab, ukûk-u vâlideyn (yâni kat’-ı sıla-yı rahm), kumar, yalancı şehâdetlik, dine zarar verecek bid’alara tarafdar olmak”tır.
Sâniyen: Bu yaz mevsiminde hakâik-i Kur’âniyeye nisbeten, meyveler hükmünde tevâfukata dâir, hurûfat-ı Kur’âniyenin nük-telerini beyân ediyorduk. Şimdi mevsim değişmiş, huruftan ziyâde hakâika ihtiyaç vardır. Gelecek yaza kadar muvakkaten o kapıyı ihtiyarımızla çalmayacağız. Fakat o hurufa âid beyânat ne derece hak olduğunu, Mevlâna Câmî’nin Divânıyla kardeşlerimle tefe’ül ettik. Dedik: Yâ Câmî! Bu hurûfat-ı Kur’âniyeye dâir beyân ettiğimiz nüktelere ne dersin? Bir Fâtiha okuyup falı açtık. İşte başta fal şu geldi:
Yâni, “Bu huruf öyle harf değildir ki, akıl ve idrâk sahifesinden gitsin. Öyle kudsî harf, öyle güzel şirin hat, dâima kalbimin sahifelerinde yazılmalı, silinmemeli.” Acibdir ki, bütün Divanında bu fala benzer meâlde yazı göremedik. Demek bu fal, Hazret-i Câmî’nin kerâmetinden bir nebze oldu.
Sâlisen: Bedreddin inşâallah bizlere hakîki bir hayrü’l-halef olur. Allah muvaffak etsin. Kayınpederinize ve hemşireme ve Bedreddin’e duâ ediyorum. Kardeşim Re’fet Bey’i daha ziyâde gayrete getirdikleri için onlara minnettârım. Kardeşleriniz Husrev ve Bekir Ağa, Lütfü, Rüşdü, Hafız Ahmed, Tenekeci Mehmed, Sezâi gibi ihvâna selâm ediyorum.
Kardeşiniz
Said