Barla Lâhikası | Mektub 189 | 196
(196-196)

(Ahmed Husrev’in fıkrasıdır.)

Senelerden beri zalimlerin pençe-i zulmünde inleyen bu biçâre müslüman kardeşlerinizle geçirmekte olduğunuz bu mübârek bayramın, belki dokuzuncusunu hücra köşelerinde, dostlarınızdan uzak, akraba ve taallûkatınızdan mahrum bir vaziyette, teâli ve terakkisi için çalıştığınız cem’iyet-i İslâmiye arasından uzaklaştırıldığınız bir halde geçireceğinizi hatırladıkça yüreğim parçalanıyor, ruhum azîm bir elemle yanıyor, gözlerimden yaşlar dökülüyor. Kalbimden yükselip gelen bir sesle “Ağla hem çok ağla! Belki rahmet-i İlâhîyenin nüzulü ve âlem-i İslâmın saadet ve selâmeti için ağlayanlarla beraber ağla!” diyor.

Bu anda kalb gözüm, bu hüzne iştirak ederek, Dicle ve Fırat ve Nil-i Mübârek gibi âlem-i gayb vâdilerinde sular akıtarak ağlıyor.

Âh sevgili üstadım! Ehl-i gaflet gülerken, ehl-i ilhad nefsî müştehiyatları arkasında koşarken, biz ne acı hayatlarla karşılaşıyoruz. Âh, sevgili Üstadım! Cenâb-ı Hak bize saadet vermeyecek mi? Acaba bu gün daha çok uzayacak mı? İhtiyarsız kendime sorduğum bu suallere yine kendim cevab verirken, teenni ve sabır tavsiye ediyorum. Ve Sırr-ı

tebşiratıyla müteselli oluyorum.

Ey kıymetdar Üstadım! Sizin hüznünüze, huzurunuzda olduğum halde iştirakimi istiyordum. Öyle hissediyorum ki, rûhen hiç de uzak değilim. Ba’zan kendimi unutuyorum. Güya kanatsız tayeran ediyor, koca çınar ağacının arasından girerek meclisinize dâhil oluyorum.

Sevgili Üstadım! Hâlıkımdan ebediyyen razı olmuşum. O da sizden ebediyyen razı olsun. Maalesef ziyaretinizle müşerref olamıyorum. Buna bedel Bekir Bey’le takdim ettiğim ve arzu edilen şekilde yazamadığım İ’caz-ı Kur’ân’ın sahifelerini açtıkça fakir talebenizin her sahifeye mukabil ellerinizden öpmekte olduğumu kabul buyurmanızı istirhamla, sıhhat ve selâmet ve muvaffakıyetiniz için dua ederek, el ve ayaklarınızdan öperim, efendim hazretleri.


Talebeniz

Ahmed Husrev


Səs yoxdur