Barla Lâhikası | Mektub 209 | 216
(216-216)

(Hulûsî Bey’e hitaben yazılmış bir mektubdur.)

Sevgili Kardeşim!

Seni teşvik için değil, çünkü teşvike muhtaç değilsin. Hem medâr-ı fahr olmak için değil, çünkü fahr ise ucb ve riyâya medârdır. Belki sana medâr-ı şükür olmak için diyorum ki:

Sen ve Hakkı Efendi benim için yüz ciddî talebe hükmüne geçti-niz. Hatta diyebilirim ki: Kader-i İlâhî beni bu yerlere göndermesi, sizleri şu vazife-i kudsiyede uyandırmak içinmiş. Şimdi şu zamanda îman-ı tahkikînin dersini vermek, pek büyük bir fazilettir ve kudsî bir vazifedir. Îman-ı tahkikîyi taşıyan bir mü’min, çok mü’minlere bir nokta-i istinâd olur ki; şuursuz olarak avam-ı mü’minîn o îman-ı tah-kikî sâhibinin kuvvet-i îmanına istinâd ederek, kuvve-i ma’nevîyeleri kırılmaz, dalâletlere karşı dayanırlar.

İşte şöyle bir derste bulunduğunuz için Cenâb-ı Hakk’a şükür etmelisiniz. Ben de Cenâb-ı Hakk’a yüz binler şükür ediyorum ki, o kuvvetli omuzlarınız yüküm altına girdiği için zaîf omuzum ağırlıktan kurtulup ruhum rahat etti. İstirahat bulan ruhum size takdirkârane ve minnetdârâne bakıyor. Ve mes’uliyetten kurtulan kalbim de muvaf-fakıyetinize duâ ediyor. Ve icrâ-yı vazife için çok düşünmekten kurtu-lan aklım da sizi tebrik ediyor. Ben şu vazife-i kudsiyede bilmeyerek istihdam olunurdum. Siz bilerek hizmet ediyorsunuz, bahtiyarsınız. İnşâallah niyet-i hâliseniz, benim müşevveş niyetimi dahi tashih ede-cektir. Şimdi başka birkaç noktayı size beyân ediyorum:

Evvelen: Yazdığım ba’zı şeylere dâir fikrinizi soruyordum. Mak-sadım, “Gördüğüm hakîkat acaba hakîkat mıdır?” diye sormuyorum. Belki “Hakîkata açılan yol, acaba umuma yol olabilir mi?” diye soruyo-rum. Çünkü, umumun telâkkisini sizin kadar bilmiyorum.

Sâniyen: Misafir Müftüye ve Şeyh Mustafa’ya size gönderilen mektu-bun birer sûretini verdiğin için iyi ettiniz. Hatta bana da bir sûret gönde-riniz. Hem biraderzadem olan o müftünün oğluna deyiniz ki, benim tara-fımdan âhiret kardaşım ve Kur’ân hizmetinde arkadaşım ve meşreben celâlli olan pederine yazsın: Selâm, duamla beraber ondan istiyorum ki, beraber götürdüğü envâr-ı Kur’âniyenin sühulet-i intişarları için irşâd ve nasihatında

âyetindeki lütf-u irşâdı kendine rehber etsin.

Râbian: Sorduğun suallere dâir yanımda kitab bulunmadığı için Hânefî ulemâsının kavillerini ve ehadîsin rivayetlerini şimdilik bil-miyorum. Fakat bence böyle efdaliyet mes’elesinde, kabul-ü âmmeyi ihsâs eden âdet-i cemâat medâr-ı tercihtir. Âdet-i İslâmiye nasıl gel-miş, o daha efdaldir.

Birinci Sualiniz: Eğer Kur’ân okunurken, namazın, tesbihatın tetimmesi ise, kıbleye karşı duranlar vaziyetlerini bozmamak evlâdır. Yalnız müezzinin önündeki adam arkasını çevirsin, yahut çekilsin. Eğer Kur’ân müstakil olarak okunursa, okuyana karşı teveccüh et-mek evlâdır. Hem cihât-ı sitte ile mukayyed olmayan, ruh kulağıyla dinleyen adam kıbleye karşı teveccüh etse ve cismanî kulağıyla dinle-yen adam, okuyana karşı teveccüh etse evlâdır.

İkinci Sualiniz: Cemâatin iştiyakına ve okuyanın niyetine göre efdaliyet tahavvül eder. (Hâşiye).

Üçüncü Sualiniz: Üç İhlas bir Fatiha muhtasar bir hatim hük-münde olduğundan, ona vakit tahdid edilmez. Her vakitte gâyet müstahsendir.

Dördüncü Sualiniz:

kelâmını değil yalnız müezzin, her bir musallî her bir namazın selâ-mından sonra söylemesi Şafiîce sünnettir. Hânefîce dahi müezzin için her namazda sünnet olması gerektir.

Umum ihvanlara selâm ve bayramlarınızı tebrik ediyorum.

Âhiret Kardeşiniz
Said Nursî
-----------------------
(Hâşiye): İkinci Sual: Sabah ve akşam namazlarından sonra Sûre-i Haşr’in sonunda den başlamak sünnet iken, den başlanması efdaliyeti terk olur mu?

Səs yoxdur