Barla Lâhikası | Mektub 150 | 157
(157-157)

(Ahmed Husrev’in fıkrasıdır)

Üstadım Efendim!

Bir hafta evvel “Hikmetü’l-İstiaze” isimli risâlenin bir kısmını ve bir-kaç gün evvel de diğer kısmıyla, Ondördüncü Lem’anın Birinci Makamı-nı aldım. “Hikmetü’l-İstiaze”nin Birinci Kısmını müteaddid def’alar kar-deşlerimle okudum.

Ey sevgili Üstadım! Bu kıymetdar risâle ile mücahid talebelerini-ze öyle güzel bir ilâç takdim ediyorsunuz ki, bu ilâçlarla ma’nevî yara-larımızı o kadar güzel ve çabuk tedavi ediyorsunuz ki; o pek müdhiş yaralarımız bir anda iltiyam buluyor, ızdırablarımız o anda zâil olu-yor; kalblerimiz serâpâ sürur ile doluyor. Rabb-i Kerîmimize karşı taşımakta olduğumuz muhabbetimiz tezayüd ediyor. Ve Hâlık-ı Ra-hîm’e karşı olan âdâbımıza bile halel gelmeyeceğini okudukça, vazi-fedeki şevk ve gayretimizi artırıyor.

Evet aziz Üstadım! Ekser zamanlar ins ve cin şeytanlarının hü-cumlarından ve terbiye edemediğim âsi nefsimden gelen, bir takım havatır-ı şeytanîden kurtulmak için, pek çok çabaladığım zamanlarım oluyordu. Kalb, bu gibi hâletten kurtulmak için inziva ararken, Nakşî kahramanlarının

diye olan esasatı dimağıma ilişiyordu. Fakat bu söze cevab veren aziz üstadımın beyânı arasında, “İnsan bir kalbden ibaret olsa idi, bu söz doğru olabilirdi. Halbuki insanda, kalbden başka akıl, ruh, sır, nefis gibi mevcûd olan letaif ve hâsseleri, kendilerine mahsus vezaife sevk ederek zengin bir dâirede, kalbin kumandası altında îfâ-yı ubûdiyeti” tavsiye buyuruluyor. Güneş gibi böyle hakîkatleri izhar eden böyle nurlu düstûrlar talebelerinde esas olduğu için, salifü’l-arz havâtıra çâre arıyordum.

Talebelerinin her an ihtiyaçlarını düşünüp çâreler arayan, ilâçlar ha-zırlayan, ihzârâtını zahmetsiz olarak talebelerine isti’mal ettiren, mukabi-linde hiç bir şey istemeyerek minnet ve medhin Cenâb-ı Hakk’a yapılma-sını emreden sevgili üstadım! Size evvelden beri “Lokman” nazariyle bakmaktayım. Evet hakîkaten bir Lokman’sınız. Lokman Hekim gibi, kalbî arzularımızı işiterek bu risâleler ile muâlece uzatıyorsunuz. Bedi’ olan Cenâb-ı Hakk’ın bedâyii, içinde, kemâliyle her cihette derece-i nihâyeye vâsıl olan bedi’ kelâmından, bedi’ bir kulu ile ihsan ettiği bu bedayii medhedebilmek, intak-ı bilhak olmadıkça elbette imkânsızdır. Bu vâdide ne kadar söz söylenilse yine azdır...

Sevgili Üstadım, herhangi bir risâleyi açıp okuyacak olsam, hissem kadar dersimi alıyorum. Halbuki evvelce bu risâleleri tamamen yazdığım için, okumağa pek az vakit bulabiliyordum ve el’an da öyleyim. Evvelce okuduğum zamanlar istifadem az oluyordu. Şimdi ise, Nurların hakîkat-lerini gördükçe, minnet ve şükrüm tezayüd ediyor, kalbim nurlar ile doluyor, ruhum nurlarla istirahat ediyor, letâifim bu Nurlar ile hisseleri kadar feyizyâb oluyor. Ve yine Cenâb-ı Hak’tan ümid ediyorum ki, hissem ve istifadem, gün geçtikçe çoğalacaktır ve nasibim artacaktır.

Bu hâdisat gösteriyor ki, bedi’ âsârın büyük bir hâsiyeti ve bir kerâ-metidir ki, talebelerini başka ellere vermiyor ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor. Ağlayan kalblerimize teselliler veriyor. Îmanlarımızı takviye ediyor. Lika-i İlâhîyi iştiyakla istetiyor ve sonun-da da, “Ya Rab! Sen üstadımızdan hoşnud olacağı tarzda râzı ol!” nidalarını, lîsânen ve kalben söylettiriyor.


Talebeniz

Ahmed Husrev


Səs yoxdur