Barla Lâhikası | Mektub 73 | 80
(80-80)

Sözler, yâni Risâle-i Ahmediye berâhinini yazarken, çok def’alar kalemimi elimden bırakıp, o asr-ı saâdetin anlarının tahassürüyle, hicranıyla yandım. Bu hicrandan kalbim ağlamış. Gönlüm coşmuş, ruhum vücûdumdan ayrılarak uzaklara gitmiş, bana teselli tuhfeleri getirmiş.

Öyle ya, aziz Üstad! Asr-ı saâdette de değilsek, müştakıyız. Bu bize kâfi. Hazret-i Muhammed (A.S.M.)ın bize bıraktığı muazzam bir mu’cizesi bugün elimizde değil mi? O kitab bize, muhtaç ve müştak bulunduğumuz saâdeti va’detmiyor mu? Ona hâlîsane sarıldığımız zaman, muhtaç bulunduğumuz zevk-i ma’nevîyi bize vermiyor mu?

Evet aziz Üstadım, bugün elimizde tuttuğumuz, gözümüzle gördüğümüz, hakîki insanlara rehber olan o muazzam kitab, o büyük mu’cize ki, ben maddiyat içinde dünya cereyanında boğulmak üzere iken, beni onun ulvî sesleri ne güzel teselli etmiş ve bana sarsılmaz bir istinâdgâh olmuştur. Hakka nâmütenâhî şükürler olsun.

Muhterem Üstad, bana öyle geliyor ki, ma’nevî saâdete küşâde bulunan ruhum, kıymettar risâleleri okudukça, yazdıkça gitgide bir zevk-i ma’nevî, bir saâdet-i ebedî hazırlıklarıyla coşacak. Coşkunluklarımın hayli devam ettiği oluyor.

Üstadım! İşte o zaman dünya, nazarımda bir hiçten ibaret kalıyor. Ebediyete, sonsuza, saâdet âlemlerine atılmak istiyorum. İşte o dakikalar bu dünyayı bana verseler, bu tatlı hülyalarımın bir nebzesini bile vermek istemem. Def’olsun gençlik rü’yalarının kâbuslu fırtınaları.

Üstadım, duânıza muhtacım.

Zekâi


Səs yoxdur