Barla Lâhikası | Mektub 164 | 171
(171-171)

(Hulûsî’nin fıkrasıdır}

Bir Mirkatü’s-Sünnet olan mübârek mektub hakkındaki ihtisaslarımı arza maalesef muktedir değilim. Fakat istikametli tefsir, i’cazlı beyân, nurlu ilân gibi şanına lâyık ta’birle tavsif edebileceğim Beşinci Lem’anın onbir nükteyi ihtiva edişini ma’nidar buldum. Sanki ma’nen diyor: Îfâ-yı sünnet ile mükellef olduğumuz, ol Nebiyy-i Zîşân’ın taraf-ı İlâhîden getirip haber verdiği yakînen ma’lûm olan şeylerin hak olduğunu bilip, kalb ile tasdik ve dil ile ikrar etmek sûretiyle, tarif olunan îman ve İslâmın şartlarının mecmuu olan on bir adediyle bu nurlu mektubdaki nüktelerde sarih tevâfuk vardır. Mâdem böyledir, mü’minim diyen ittiba-ı sünnet etmeli. Elhamdülillâh müslümanım iddiasında bulunan ve

itabından kurtulmak isteyen sünnete yapışmalı, ilh.. hakâiki ders veriyor. Bu mektubu almadan evvel Allah hayretsin, bir gece rü’yamda büyük bir câmi’de bulunuyorum. Namaz kılındıktan sonra, ben kapıya yakın bir yerde ayakta duruyorum. Baktım, mihrabın sol tarafından küçük ve toplu bir cemâat geliyor. Bana yaklaştıkları zaman, “İşte Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri” diye kulağıma bir ses geldi. Gayr-ı ihtiyarî (Meded ya Gavs-ı A’zam) diyerek, ağlayarak ayağına kapandım. Mübârek sol elleriyle beni yerden kaldırdılar ve şefkat gösterdiler. Kendileri uzun boylu, çok mehib ve üzerlerinde siyah bir sako, mübârek sakalları siyah, pek az ağarmış. Beşûş ve nurânî bir çehre. Mübârek başlarında bir mahrut-u nâkıs şeklinde yüksek ve çok beyaz bir sarık vardı. Câmiden çıkınca, bitişik bir odada cemâatle beraber oturduğumuzu da hatırlıyorum. Bu rü’ya bana çok zevk vermekle beraber, dua ve himmetlerinin Hizbü’l-Kur’ân üzerinde, her zaman mevcûd bulunduğuna daha ziyâde yakîn hasıl ettirdi.

Hulûsî


Səs yoxdur