Kastamonu Lahikası | Mektup 20 | 31
(30-31)

          Bu sûretle ekall-i kalil olan ehl-i dalâlet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musîbet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşeddüdüne kader-i İlâhiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler.

Evet elması bildiği (âhiret ve îmân gibi) halde, yalnız zarûret-i kat’iyye sûretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer’iye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya heves ile veya tama’ ve hafif bir korku ile tercih edilse; eblehane bir cehalet ve hasarettir, tokada müstehak eder.

Hem âlîcenabane afvetmek ise, yalnız kendine karşı cinâyetini afvedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkaların hukukunu çiğneyen cânilere afuvkârane bakmağa hakkı yoktur, zulme şerik olur.

İkinci Sebeb: Yazmağa izin olmadığından yazılmadı.

İKİNCİ MES’ELE: Kardeşlerim! Eskişehir hapishanesinde, âhirzamanın hâdisatı hakkında gelen rivâyetlerin te’villeri mutabık ve doğru çıktıkları halde, ehl-i ilim ve ehl-i îmân onları bilmemelerinin ve görmemelerinin sırrını ve hikmetini beyan etmek niyetiyle başladım; bir-iki sahife yazdım, perde kapandı, geri kaldı.

Bu beş senede, beş-altı def’a aynı mes’eleye müteveccih olup muvaffak olamıyordum. Yalnız o mes’elenin teferruatından bana ait bir hâdiseyi beyan etmek ihtar edildi. Şöyle ki:

Hürriyetin bidâyetinde, Risâle-i Nur’dan çok evvel, kuvvetli bir ümid ve îtikad ile, ehl-i îmânın me’yusiyetlerini izâle için, “İstikbâlde bir ışık var, bir nur görüyorum” diye müjdeler veriyordum. Hattâ, hürriyetten evvel de talebelerime beşâret ederdim. Tarihçe-i Hayatımda merhum Abdurrahman’ın yazdığı gibi, Sünûhat misillü risâlelerde dahi “Ben bir ışık görüyorum” diye dehşetli hâdisata karşı o ümid ile dayanıp mukabele ederdim. Ben de herkes gibi o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtimâiye-i İslâmiyede ve çok geniş bir dâirede tasavvur ederdim. Halbuki hâdisat-ı âlem beni o gaybî ihbarda ve beşârette bir derece tekzib edip ümidimi kırardı.

Birden bir ihtar-ı gaybî ile kat’î kanaat verecek bir sûrette kalbime geldi. Denildi ki: “Ciddî bir alâka ile senin eskiden beri ve tekrar ettiğin Bir ışık var, bir nur göreceğiz” diye müjdelerin te’vili ve tefsiri ve tâbiri, sizin hakkınızda belki îmân cihetiyle, Âlem-i İslâm hakkında dahi en ehemmiyetlisi, Risâle-i Nur’dur, bu ışıktır. Seni şiddetle alâkadar etmiştir. Ve bu nurdur ki, eskide de tahayyül ve tahminin ile geniş dâirede belki siyaset âleminde gelecek mes’udane ve dindarane haletlerin ve vaziyetlerin mukaddemesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ışığı o müeccel saadet tasavvur ederek, eski zamanda siyaset kapısıyla onu arıyordun...

Evet otuz sene evvel bir hiss-i kabl-el vuku’ ile hissettin. Fakat nasıl kırmızı bir perde ile siyah bir yere bakılsa, karayı kırmızı görür. Sen dahi doğru gördün, fakat yanlış tatbik ettin. Siyaset câzibesi seni aldattı.”

* * *
Dinle
-