İşte bu hakîkat içindir ki; bu çok usandırıcı ve dehşetli zamanda, usandırmayacak bir tarzda, çok tekrar ile beraber, aklı başında olanları Risâle-i Nur’la meşgul ediyor. Re’fet Bey’in mektubunda dediği gibi, “Risâle-i Nur’un en bâriz hasiyeti, usandırmamak. Yüz def’a okunsa, yüz birinci def’a yine zevkle okunabilir” pek doğru demiş. Risâle-i Nur’un tercümanı, hakîki vazifesinin haricinde dünyadaki istikbaliyata arasıra bakması, bir derece zâhirî bir müşevveşiyet verir. Meselâ: Bundan otuz-kırk sene evvel diyordu: “Bir nur gelecek, bir nûranî âlemi göreceğiz” deyip; o ma’na, geniş bir dâirede ve siyasette tasavvur edilmiş.
Hem bundan on dört, on beş sene evvel, “Dinsizliği çevirenler müdhiş semâvî tokatlar yiyecekler” diye büyük, geniş, küre-i arz dâiresindeki bu dehşetli hâdiseyi, dar bir memlekette ve mahdud insanlarda tasavvur edilmiş. Halbuki istikbal, o iki ihbar-ı gaybiyeyi tasavvurunun pek fevkinde tefsir ve ta’bir eyledi.
Evet Eski Said’in “Bir nur âlemi göreceğiz” demesi, Risâle-i Nur dâiresinin ma’nasını hissetmiş; geniş bir dâire-i siyasiye tasavvur ettiği gibi, Sırr-ı ’nın remziyle, on üç on dört sene sonra, “Dinsizliği, zındıklığı neşredenler, pek müdhiş tokat yiyecekler.” deyip; o hakîkatı dar bir dâirede tasavvur etmiş. şimdi zaman, o iki hakîkatı tam ta’bir ve tefsir etti.